“Kürt halkı yürüyor. Yediden yetmişe ayakta, geleceğini kendi ellerine alarak kaderini çiziyor.
Birkaç gün önce Amed Newroz’una doğru bir insan sellinin akışını görünce ilk aklıma gelen düşünceler bunlar oldu. Kürdistanlı bir gerilla olarak halkımızın bu tarihi önemdeki yürüyüşünü görünce sadece ve sadece duygularımız şahlanıyor, göğsümüz kabarıyor. Deyim yerindeyse halkımızla gurur duyuyoruz. Ve Che’nin deyimiyle “Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin…” bu halk için her zaman “ölüm hoş gelir safa” gelir.
Ve yeter ki bir halk ayağa kalkmayı yaşasın ve yeter ki bir halk yürüyüşe geçsin orada yapılması gereken varsa şapka, şapkayı çıkartmaktır. Şapka yoksa bir adım geri çekilerek boynunu eğerek esas duruşa geçmektir” demişiz 3 yıl önce.
Şimdi söyleyeceklerimiz çok fazla. Artık ölüm nereden gelirse gelsin değil, eğer ölümümüz gelecek aydın günleri yaratacaksa, eğer ölümümüz işgalcileri Kürdistan’da def olmuş olmalarını getiriyorsa ve eğer ölümümüz bir halkın geleceğini özgürlüğe çıkarıyorsa işte o zaman yeniden yeniden ölüm hoş gelir sefa gelir diyoruz.
18 Mart günü halkımız tüm zorluklara, engellemelere rağmen meydanlara çıktı. Meydanlar hiç bu güne kadar görülmediği kadar doldu, taştı. O kadar saldırıya, o kadar engele, o kadar tehdide ve o kadar provokasyon girişimlerine rağmen meydanlar doldu.
Bu denli kitlesel bir meydan okumada çıkaracağımız sonuçlar elbette olacaktır.
Öncelikli olarak:
1-Binlerce tutuklama, işkence, yönelim, kimyasal gaz kullanmaların sözde yaratacağı ürküntü, korkma, kılıfına çekilme, geri çekmeler boşa çıkmıştır.
2-Devlet ve devleti temsil eden Akepe artık Kürdistan’dan silinmiştir.
3-Devlet otoritesi ayakların altına alınmıştır.
4-Kahire’de “Tahrir bir model” deyip Kürdistan ve Türkiye’de halklara kan kusturanların ne kadar yalancı, sahtekar olduklarını tüm dünyaya gösterilmiştir.
5-“Marjinal, birkaç çapulcu, siyaset yapmasını bilmiyorlar” safsataları berhava olmuştur.
6-Onca işbirlikçi, hain, para karşılığı özgürlük mücadelesine saldıran tiplerin artık Kürdistan’a gelemeyecekleri herkese alenen ilan edilmiştir.
7-Bir halk ayağa kalkarsa nelere muktedir olduğunu göstermiştir.
8-Bu ülke insanları onurlu yaşamak istiyorlar. Tüm onursuzluk kokan dayatmalara karşı bundan böyle daha sert duracaklarının iradesini beyan etmişlerdir.
9-“yeter artık” yani “Ed i Bese” hamlesi artık daha güçlü her yerde, her zamanda, yaygın bir şekilde bu faşist devlet ve onun koçbaşı olan Akepe’si geri adım atmadıkça güçlenerek devam edecektir.
10-Amed, İstanbul, Batman, Gever, Van, Cizre ve ne kadar Newroz alanı varsa hepsi biz gerillaları daha aktif mücadeleye davet etmişlerdir.
11-biz halkımızın ve halklarımızın bu çağrısına, davetiyesine iştirak ederek evet diyoruz.
12-18 Mart 2012 günüyle birlikte artık gerilla olmak daha fazla onure edici, daha fazla gurur verici ve daha fazla kesintisiz yürütülmesi gerektiğinin zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
13-Ve Che Guevera’nın söylediği: “Sloganlarımız, kulaktan kulağa yayılacaksa, silahlarımızı kavramak için başka eller uzanacaksa, başka insanlar mitralyöz sesleri ve yeni savaş naraları arasında cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm hoş geldi, sefa geldi” sözleri Amed ve İstanbul Newroz mesajları olarak alınacak ve halklarımıza verdiğimiz sözlerinin gerekleri yerine getirmek için daha fazla bu sloganlar doğrultusunda kavganın tam ortasında olacağız.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Birlikte yaşama iradesini Kürtler arasında oturtabilmek, intikamcı ve kinci bir toplumsal bilinçten uzaklaşabilmek için çok uğraştık. Yüz yıllardır Kürtlerin sömürgeci devlet iktidarlarının yarattığı zulüm, inkar, asimilasyon dayatmaları altında yaşadığı acıyı giderebilmek, acıyı yüreğine gömerek aklın yolunda ilerleyebilmek için insan üstü bir çabanın sahibi olduk.
Bunu hep muhtaçlığımıza yordular ama. Tek başımıza bir “hiç” olmamızdan, kendi kendimizi yönetemeyecek denli parçalı oluşumuza dek birçok önyargı ve “egemen” yorum yüzünden Kürtlerin ne istediği, nasıl yaşamak istediği soruları hep arka planda kaldı. Modern denilen sisteme tabi olamamamızı ilkelliğimize, birlikte yaşama istemimizi iradesizliğimize yordular.
Halbuki daha iyi olabilir, daha güzel bir yaşam kurulabilir, farklı bir yaşam olabilir dedik. Bunu bin yıllardır yaşadığımız öze uygun yaşamak istemek dışında herhangi bir düşüncemiz olmadı. Deyim yerindeyse kimsenin tavuğuna kış demedik.
Ama egemen sistemin, o çok modern dünyasının aydınları, yazarları, siyasetçileri, sanatçıları demokratik yaşama en yakın teori ve pratiği gösterdiği için Kürtlere düşmanlığı yol eyledi. Kendilerinin akıl edemediği, milliyetçilik denizinden nemalanmış o sözde ulus düşüncesinin mekteplerinde mürekkep yalamış sözde aydınlar içten içe kin biledi, hakir gördü, doğru da söylese Kürt olduğu için yok dedi.
Newroz’la birlikte ne denli egemen bir düşünceye sahip olduklarını bir kez daha gösterdiler. Eksik olmasınlar…
Halen “canım, zorlamayın, biat edin, vallahi hakkınızı vereceğiz” gibi saçma sapan dilek ve temenniler sıralanıyor. Bir bayram kutlaması için bile fırtınalar kopartılıyor. Yok, aslında Kürtlerin bayramı değil, Newroz Kürtlere ait bir kutlama değil, onların bu kadar sahip çıkmaları milliyetçi duygularından geliyor; vesaire, vesaire…
Nereden geliyorsa geliyor, ne amaçla kutluyorlarsa kutluyorlar. Size ne!
Ortadoğu’nun en eski kültürlerinden biri olarak otantik halklar statüsünde olan Kürtlere reva görülen bu küstahça küçümsemelere artık yeter. Ne istiyorsunuz bu halktan?
Otuz yıl gibi kısa bir sürede sizin yüzlerce yıldır yakalayamadığınız düşünce gücüne, zihniyetine, politikleşmeye, ahlaki yapıya ulaştı diye; inandığı değerler uğruna her türlü dayatmaya, asimilasyona, katliama, soykırıma rağmen mücadeleden yüz geri etmedi diye; insanın varlığını borçlu olduğu toplumsallıkta bu denli ısrarcı diye mi yaptıklarınız, söyledikleriniz?
Birlikte yaşamı yaratma iradesinin size ait olduğu zırvasını yinelemeyin yine. Kürtler hiçbir zaman iktidar olmak, birilerini itip kakmak istemedi, istemiyor, istemeyecek. Bu, Kürtlerin toplumsallığın, insanın ortaklığının genlerine işlemesinden dolayı seçtiği bir yol. Yoksa zayıf olmasından değil.
Yine bu denli hızlı ve derin bir gücü oluşturmasında PKK’nin yeri ve anlamı oldukça büyük. Evet, genlerine işlediği direnişçilik özellikleriyle Kürtler bin yıllardır zulmü alt etmek için fırsatını buldu mu başkaldırıyor, katliama, yok edilmeye karşı kendini savunmaya çalışıyor. Fakat çağdaş dünyanın değerleriyle bezediği yeni politik tutumunu PKK’nin, dolayısıyla Önder Apo’nun düşünce ve zihniyetinden aldı.
Bugün “izin verilseydi başka mekanizmalar, şiddetten beslenen mekanizmalar devreye girmezdi” diyerek PKK ve Kürt halkı, Önder Apo ve Kürt halkı arasında bir mesafe açma, farklılık koyma çabasına girenler bu gerçeği ısrarla görmek istemiyorlar. Beyaz Türkçü düşüncenin mayaladığı bu düşünceler en fazla birlikte yaşamı kabul ettiğini söyleyenleri vurur.
Çünkü Kürt halkını ve günümüzde sahip çıktığı değerleri birbirinden ayırmak Türk-Kürt birlikteliğini de baltalayan bir sonuç doğurur.
Siz hiç, bir Kürt’ün “Neden Türkler şuna inanıyor, bunu seviyor, şu bayramı kutluyor” dediğini duydunuz mu? Siz hiç, bir Kürt’ün “Türkler şundan vazgeçerse onlarla barış yapar, bir araya geliriz” dediğini duydunuz mu? Siz hiç, Bir Kürt’ün “Atatürk’ten, İslamiyet’ten ve cumhuriyeti oluşturan olgulardan vazgeçin” dediğini duydunuz mu? ve daha birçok şey…
Duyamazsınız da. Çünkü Kürtler karşısında kim olursa olsun kendi gibi görür. Ve hiçbir zaman kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına da yapmaz.
Ama egemenliğin genlerine işlediği, üstte olmak için her şeyi yapmaya hazır, eşitlik ve özgürlükten nasibini almamış ulus devlet çocukları bunları her gün Kürtlerin yüzüne söylüyor.
“PKK’den vazgeçin. Apo’dan vazgeçin. Direnmekten vazgeçin. Bayramlarınızdan vazgeçin. Dilinizden vazgeçin. Kültürünüzden vazgeçin.”
Kusura kalmayın. Kürtler on binlerce insanını vazgeçmemek uğruna verdi.
Mazlumlar, Mahsumlar, Kemaller, Hayriler, Zilanlar, Beritanlar, Zekiyeler, Ronahiler bunun için direndi. Mustafalar, Evrimler gencecik yaşlarında sizin küstahlığınıza karşı eylem yaptı. Roboski’de çocuklar sizin bu üstünlük duygunuz yüzünden binlerce kiloluk bombaların altında can verdi. Ceylanlar, Enesler, Uğurlar sözde devletinizin o kutsal ordusunun, o aşağılık iktidarlarının emirleriyle katledildi.
Önderimiz 8 aydır sizin bu kendini bilmez, ukala, insanlıktan uzak zihniyetiniz ve duyarsızlığınıza rağmen siz daha iyi bir yaşamı yaşayabilesiniz diye direniyor. Biat etmiyor. Değerlerini satmıyor. Sizi ve ülkenizi yaşanmaz hale getirmiyor.
Tek bir emir yeter de artar. Ve o emri her Kürt bireyi Newrozlaşan canların direnişinden, Ulusal Kahramanlarımızın iradesinden alıyor. Artık durdurabilirseniz durdurun. Hiçbir Kürt artık yalanlarınız, aşağılık zanlarınız, ikiyüzlü tutumlarınıza kulak asmayacak.
“Êdî Besê; An Azadî An Azadî”
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Bir devlet bu kadar aptal olur mu? Hani “devlet aklı” derken onca tecrübeyi gözeten, olup bitecekleri kestiren, tahlil eden, nerede ne yapılması gerektiğini bu eksende bilen, hatta iyi bilen akıl derler ya devlete, ne yazık ki bu devlet aklı sanki TC devletine ve onun iktidar güçlerine verilmemiş. Ve sanki tanrı insanlığı oluşurtururken bu kesimler bu akıl denen mukayese gücünden mahrum bırakmışlardır.
Birkaç gün önce sözde sosyal bilimci diye geçinen ve kimine göre de Akepe’nin en iyi akademisyenlerinden biri olan Beşir Atalay Mısır’ın başkenti olan Kahire’de Tahrir’de Mısır halkının gösterdiği direnişin ne kadar ilham alınması gerektiğini dile getiriyor. Artık dünyada devrim derken Tahrir modelinden söz edildiğini de belirtiyor. Hızını alamıyor Avrupa’daki sermaye karşıtı gösterilerinde Tahrir direnişini, Tahrir devrimini esas aldıklarını ekliyor. Özcesi:
Tahrir artık bir model.
Tahrir artık halkların örnek alacağı bir sembol.
Tahrir haksızlığa karşı bir başkaldırı.
Tahrir bir adalet arayışı.
Tahrir despotluğa karşı bir direniş.
Tahrir özgürlük haykırışı.
Tahrir boyun eğdirmelere karşı bir ret.
Tahrir boyun eğmelere karşı bir çıkış.
Ve tahrir bir devrim. Halkların devrimi. Halkların baharı. Onurlu olmanın direnişi.
Atalay belki bunların hepsini söz düzeyinde söylemiyor. Ancak söyledikleri bunlara benzer. Bu içerikten. Dedik ya devlet aklı denen bir şey vardır. Atalay bu sözleri Kürdistan’da ve Ortadoğu’da Newroz bayramlarının kutlanacağı günlerde sarf ediyor. Yani Atalay bu sözleri sarf ettikten birkaç gün sonra başta Kürdistan olmak üzere Ortadoğu’nun birçok yerinde Newroz kutlanacak. Yani herkes kendi Tahrir meydanında özgürlük, eşitlik, adalet diye haykıracak. Herkes despotlar defol git diyecek.
Birde Atalay Tahrir’in ne kadar büyük özveriyle despotizme karşı haklı direnişini överken, despotların halka saldırısını da kınıyor. Hafiften Arap baharı dedikleri bu süreci desteklerken, nerede halka ya da halklara karşı zulüm yapılmışsa onları da sert eleştiriye tabii tutuyor.
Bunları söyleyen Akepe’nin stratejistlerinden biri olan derin devletin neredeyse en etkili ve yetkili adamı. Hatırlayanlar bilir birkaç yıl önce Hatay’da “temizleyin şu Amanosları” demişti bu aynı adam. Bu sözü ya da bu talimatı ancak ve ancak derin devletin bir adamı böyle askerlere bağırırcasına verebilir. Demek ki derin devletin belki de baş olanlarından biri. Ne bilelim.
Geçelim, dedik ya devlet aklı denen bir akıl vardır. Makulü bulmaya çalışan, makulü esas alan akıl diye. Atalay bu kadar Tahrir’i överken bir de bakıyorsunuz 16 Mart günü psikolojik sorunları olan İdris Naim Şahin ismindeki zat Newrozların sadece 21 Martlarda kutlanması gerektiğini söylemiş. Sadece söylememiş diğer günlerde yapılacak tüm Newroz etkinliklerini yasaklamış, suç saymış ve birde üstelik Newroz bayramını başka günlerde kutlamalara hakaretler ve tehditler yağdırmıştır.
Aptal devlet derken birde bu davranışı ve davranışları dile getiriyoruz. Atalay’ın ki aptal olmaya aptalcadır. Çünkü derler ya yalancının mumu yadsıya kadar yanar diye. Birkaç gün sonra Mısır halkına çektirilenlerden daha kötü şeyler çektirteceksiniz insanlara o zaman neden böyle aptalca konuşuyorsun derler adama. Yani söyleyeceklerin yapacaklarınla bir değilse “çek git bre adam” demezler mi? Bile bile söyleyeceklerinin tersi yapılacaksa aptal ya da avanak durumuna Türkmenlerimizin dediği gibi, “düşmen” mi?
Ama bu devletin aptallığı sadece bununla elbette sınırlı değildir. Daha büyük aptallığı kendi ayağına baltayı vurmasıdır. Nasreddin Hoca misali bindiği dalı kesmesidir. Newroz’u halklarımızın kutlamak istediği günlerde yasaklayacaksan, suç sayacaksın ve kimsenin o günlerde meydana çıkmamasını talimatını vereceksin. Ancak halklar meydanlara akın akın girecekler. Kimi yerde kavga ede ede, çeperleri aşa aşa ve kimi yerde de mevziileri kaldıra kaldıra girecekler.
Şimdi devletiniz bile bile iki paralık olmadı mı? Devletiniz ayaklar altına girmedi mi? Rezil olmadınız mı? Rüsva olmadınız mı? Alay edilecek bir konuma gelmediniz mi?
Bile bile baltayı ayağına vurma, bindiğin dalı kesme, kendi kazdığı kuyuya düşme meselesi gerçekten ahmakça değil midir? Avanakça değil midir? Ahmakça ve avanakça hareket eden bir devlette peki devlet aklını nerede diye sormazlar mı?
Ve birde tabii Bir Amed Kaç Tan Tahrir Eder diye sormazlar mı?
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Mart günü saat 07.00 sularında Hakkari'nin Çukurca ilçesine bağlı Bilican Alayına ait bir tepeyi tutmak isteyen işgalci TC ordusuna ait 3 ayrı kol alana gelmek istemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
20 Mart günü 08.00-09.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Şikefta Brindara alanına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
28 Şubat günü Medya Savunma Alanlarında yaşanan bir kaza sonucu Cigerxwîn - Zeki Süleymanoğlu isimli gerillamız şahadete ulaşmıştır.
Basına ve Kamuoyuna!
16 Mart günü 18.00-19.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Marya, Angola ve Ferhat Tepeleri, Kovi sırtları ile Nêrweh köyüne yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Dünya tarihin de 20. Yüzyılda epey kanlı savaşlar olmuş, atom bombası gibi önemli bir silah Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılmıştır. Bu da katliamların gelmiş olduğu düzeyi bize göstermiştir. Tarih sahnesinde insanlığa her türlü vahşet, imha, sömürü dayatılmış ve bu dayatmalar da belli kesimlerin çıkarları uğruna yapılmıştır. Birçok halk da bu siyasetlerin kurbanı olmuşlardı.
Tarihte Kürtler her zaman uluslar arası hegemonik güçlerin siyasetlerinin ve çıkarlarının kurbanı olmuşlardır. Özellikle 20. Yüzyılda yapılan politikalar da İngilizlerin ve bölge devletlerinin oyunları ile yapılmıştır. Halepçe katliamı da bunlardan biridir.
Bilindiği gibi İran-Irak arasındaki savaş döneminde Germiyan bölgesinde bulunan Halepçe kasabasına Saddam’ın cellâtlarından Hasan Ali Mecit Kimyevi’nin emri ile kimyasal gazlar, bombalar atılarak beş bin masum Kürt insanı katledildi. Geride binlerce yaralı ve sakat insan kaldı. Bu katliam geçmişte yapılan Kürtleri tarihten silme katliamlarının bir devamıdır. Kürtler topyekûn yok sayılmak istenmiştir. Dünyanın bu katliama karşı tavrı sessizlik olmuştur. Saddam rejimi sivil Kürt insanlarını katlederek adeta dünyaya meydan okumuştur. Aynı zamanda böylesi bir silahın elinde olduğunun mesajını vermek istemiştir. Bu siyasal boşluğun yaratılmasında ve katliamın gerçekleşmesinde işbirlikçi Kürt örgütlerinin de payı vardır.
Uluslar arası güçlerin desteği ile bu katliamı yapan Saddam, alelacele bir şekilde de aynı güçler tarafından idam edildi. Çünkü Halepçe gibi katliamlar da uluslar arası güçlerin payı ortaya çıkartılmak istenmiyordu.
16 Mart 1988 Enfal'ini gerçekleştiren Hizbil Baas rejiminin geride bıraktıkları da hiçbir zaman unutulamayacak olaylardandır. Binlerce köy boşaltıldı, birçok insan zindanlara atılarak ya idam edildi ya da ölüme terk edildi. Ailece zindanlara atılanlar oluyordu. Yine Saddam’ın kaleleri olarak nitelendirilen ve askerlerin kaldığı bu yerlere binlerce insan getirilip gözetim altında tutuluyordu. Toplu bir şekilde insanlar diri diri toprağın altına atılıyordu-gömülüyordu. Köylerde insanlar toplu şekilde kurşuna diziliyordu. Boşaltılan köylerde toplanan insanlar da özel olarak kooperatif evlerde tutuluyordu. Ortada kalan insanlar da Bahırke kampında toplanıyordu. Görünüşte beş bin insan katledildi. Ancak Enfal’e uğrayan insan sayısı yüz binlercedir. Verilen rakam 182 bindir.
Aradan 21 yıl geçmesine rağmen halen bu katliamın yaraları sarılmış değildir. Dünya bu utancı üzerinden atmış değildir. Halkımız halen bu katliamın acılarını gün be gün yaşıyor. Onun için bu katliamın yaralarını sarmak, sorumlularından hesap sormak en medeni yaklaşımdır. Yoksa kendisine çağdaşım, demokratım diyen, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok güç bu utançla yaşamaya devam edecektir. Güneyli güçler de her yıl bu katliamın duygu sömürüsünü yapacaklarına kendi politikalarını gözden geçirip halkın sorunlarına çözüm olmalılar. Güney’li halkımız da bu katliamın anısına kendisini daha fazla örgütleyip işbirlikçi siyasetlere karşı tavır sahibi olmalılar. Nasıl ki Halepçe katliamından sonra binlerce insan Amed, Muş, Kızıltepe kamplarında Kuzeyli Kürtler tarafından bir ilgi görmüşlerse Güneyli Kürtlerde aynı ruhla yaklaşmalıdırlar.
Mazlum Boran
- Ayrıntılar
Newroz, adım adım yaklaşıyor. Yeni bir mücadele yılının, baharının başlangıcı Newroz, her zamankinden daha fazla Newrozlaşan bedenlerin, özgürlük uğruna ölümsüzleşenlerin Newroz’u olduğunu bir kez daha gösterecek.
Uzun bir direniş tarihine sahip Kürtler açısından Newroz’un sadece bir bayram olmadığı, aynı zamanda zulme ve her türlü egemen, baskıcı, katliamcı, soykırımcı rejim karşısında onurlu duruşun kimliği olduğu biliniyor. Çağdaş Kürt tarihi açısından 1982 Newroz’unda eylemiyle Çağdaş Kawa unvanı alan Mazlum yoldaşın da bu onurlu duruşun en güçlü temsilcisi olduğu tartışma götürmezdir.
Mazlum yoldaşın direnişi, aradan geçen 30 yıla rağmen ilk günkü anlamından bir şey yitirmiş değil. Mazlum yoldaşın eylem ve duruşunun anlam ve önemi şüphesiz uygulanan vahşet ve baskının anlaşılmasından geçer. İnsan olmaktan çıkmanın dayatıldığı bir ortamda insanlıktan ve onun temsil ettiği özgürlük ruhundan taviz vermeden direnen Mazlum yoldaşın amacı ve eyleminin hedefi bugün her zamankinden daha fazla anlaşılmak, etüt edilmek ve temsil ettiği değerlere uygun olarak pratikleştirilmek zorunda.
Mazlum yoldaş en fazla ideolojik mücadelede keskin ve duyarlıydı. İdeoloji ise yaşamın kendisidir. Yani yaşama verilen anlam, ideolojinin kendisi oluyor. Her şeyin başının ideolojik duruş ve mücadeleden geçtiğini Mazlum yoldaş çok iyi biliyordu. Diyarbakır zindanında ne yapılmak istendiğini, kendisine neyin dayatıldığını da herkesten çok anlıyordu. Onun için düşmanın amacını boşa çıkartmak üzere ilk direnme tutumu, mücadeleci tutum ondan geldi.
Faşist cuntanın “PKK’den vazgeçerseniz yaşarsınız, yaşamanız için PKK’den vazgeçmeniz gerekir” dayatmasına karşı Mazlum yoldaş PKK dışında bir yaşamın olamayacağını dayattı. Düşman dayatmasını boşa çıkarttı. Olacaksa bir yaşam Önderlik çizgisinde olur, yoksa yaşam olmaz dedi. 82 Newroz’unda yaptığı eylem, geliştirdiği direnişin temel anlamı odur.
Bu eylem ve direniş tamamıyla ideolojik bir mücadeleydi. Küresel kapitalist modernite sisteminin oluşturduğu inkar ve imha sisteminin temsilcisi olan 12 Eylül rejimiyle, PKK arasında; Önder Apo’nun geliştirdiği ideolojik politik çizgi arasında bir irade savaşı, inanç savaşıydı. Kürdistan’da yaşamı hangi çizginin yaratacağı, yönlendireceği, hakim olacağını belirleme mücadelesiydi. Mazlum yoldaşın başlattığı, Dörtlerin güçlendirdiği direniş ve ardından gelişen büyük ölüm orucu eylemi sonucunda bu mücadeleyi PKK kazandı, Önderlik çizgisi kazandı.
Mevcut direnişle zindanda ideolojik olarak 12 Eylül rejimine ve inkar sistemine öldürücü bir darbe vuruldu. 12 Eylül rejimi, sömürgeci soykırım rejimi kaybetti, başaramadı. Başarılı olamadığını insanlık dışı uygulamalarıyla tarihe kara bir sayfa olarak kaydolan Diyarbakır zindanının yakınlarında bir toplantıda cuntanın başı Kenan Evren bizzat itiraf etti. “Burada öyleleri var ki kafalarını kesseniz inançlarından vazgeçiremezsiniz” dedi. Yani kendi bildikleri dışında öldürsen de, ne versen de başka yaşamı kabul etmezler diyordu. Bu sözler, Önderlik çizgisi, PKK çizgisi karşısında 12 Eylül rejiminin ideolojik yenilgisinin ilanı, itirafı oluyordu.
Onun için zindan direnişi hala etkilidir. 2012 yılının Newroz’uyla bu direnişin otuzuncu yıldönümünü yaşıyoruz. Otuz yıllık kesintisiz, amansız bir mücadele. Fakat bugün gibi taptazedir. Hala bugün gibi özgürlük ruhunu, bilincini, iradesini temsil ediyor. Halka yön veriyor. Hâlâ PKK mücadelesi büyük zindan direnişiyle anılıyor, yürüyor. Onun karşısında inkar ve imha sistemi de hala yeniktir. İdeolojik mücadelede inkar ve imha sistemi herhangi bir başarı elde edebilmiş değildir.
Geçen yıl Tayyip Erdoğan gitti, Kenan Evren gibi ağladı orada. O ağlama aslında yenilginin devam ettiğinin itirafıydı. Bu o durum zindan direnişinin etkisinin ne kadar güçlü olduğunun, hâlâ ne kadar canlı olarak yaşadığını gösteriyordu. Tayyip Erdoğan’ın o tutumu, o sözlerini öyle anlamak lazım.
Bu anlamıyla zindan direnişi ve bu direnişin başlatıcısı Mazlum yoldaşın eylemi öneminden, değerinden, Kürt halkının özgürlüğüne ışık tutma gücünden hiçbir şey kaybetmediği gibi geçen otuz yıllık mücadele içerisinde ortaya çıkan gelişmelerle daha canlı, daha çok yaşayan daha fazla etkide bulunan bir güç haline gelmiş durumda. Bunu görmemiz, anlamamız lazım. Her şeyin başı ideolojik mücadele oluyor, ideolojik gelişme oluyor.
Zindan direnişi bu anlamda bir zafer direnişidir. Yenilgiyi tümden yok etme direnişidir. O direnişçiler sömürgeciliğin bağrına en ağır, çıkartılamayacak bir kazığı çaktıklarını bizzat kendileri söylediler. Dolayısıyla da hala sömürgecilik o direnişin baskısı altında, ondan aldığı yenilginin ağırlığı altında debelenip duruyor. AKP bu yenilgiyi nasıl boşa çıkarırım tersyüz ederim diye o kadar çalıştı, sağa sola saptırmak istedi ama başaramadı. Bu bakımdan zindan direnişinin gücünü gerçeğini iyi anlamamız lazım.
Zindan direnişinin otuzuncu yıldönümü neredeyse aynı önemde yeni bir mücadeleye de tanıklık ediyor. Önder Apo, PKK’nin özgürlük çizgisinin yaratıcısı ve en büyük uygulayıcısı olarak 13 yıldır İmralı işkence sistemine karşı direnişini sürdürüyor. Bu işkence sistemini defalarca yenilgiye uğrattı. En son da 8 aydır normal bir insanın asla tezahür bile edemeyeceği koşullarda bu direnişini taçlandırıyor.
Yine Kürdistan ve Türkiye’nin birçok cezaevinde PKK’nin temsil ettiği özgürlük çizgisindeki ısrar ve onurlu Kürt duruşundan taviz vermeme tutumunun yarattığı direniş devam ediyor. An Azadî, An Azadî sloganıyla Özgür Önderlik, Özgür Kürdistan amacını gerçekleştirmek için zindanlarda 12 Eylül faşist rejimine taş çıkartan uygulamalar karşısında Mazlum yoldaşın direnişine selam duruluyor.
Otuz yıl önce en ağır koşullara, en olumsuz şartlara rağmen direnişiyle zafer kazanan düşüncenin, ideolojinin bugün de yeni direniş hamlesiyle zafer kazanacağı kesindir.
Tabii bu zafer önemli görev ve sorumluluklarla karşı karşıya olunduğunun bilincinde olanların yaratacağı bir zafer olacaktır. Aldatma, hile, uyutma politikalarıyla sonuç alacağını zanneden AKP ikiyüzlülüğünü, onun Kürt insanına dayattığı satılmış, işbirlikçi Kürt kimliğini ancak yeni mücadele yılının, yeni bir direniş Newroz’unun gerekliliklerine göre hareket eden, yaşayan, mücadele eden onurlu, özgür Kürt duruşuyla yerle bir edileceğini unutmamalıyız.
Mazlum yoldaşın 30 yıl önce yaktığı üç kibrit çöpü eğer bugün eylemini gerçekleştirdiği Kürdistan’ın kalbinde yasaklanıyor, temel sloganı olan ya özgür yaşam ya hiç, ya PKK’yle yaşam ya hiç sloganı yasaklanıyorsa, bu, mücadelenin zaferinden duyulan korkunun ürünüdür. Bunu da görerek 2012 Newroz’una yüklenmek, hazırlanmak Mazlum yoldaşın başlattığı direnişi nihai zafere ulaştıracak yegane güç olacaktır.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Hani diyorlar ya: “Hangi dinden ya da mezhepten olursa olsun hiç kimse şu sorudan yakasını kurtaramaz: kimden yanasın! Zorbalardan, zalimlerden, sömürücülerden mi?”
Aslında her devrimci kendine ilk soruları yukarıdaki soruları sorarak başlar. Nasıl ki Ahmet Kaya “Artık, namuslu olmak yetmiyor. Namusun mihenk taşında vuruşmak gerek…” deyip devrimci sanatını icra etmiş ise devrimcilik de işte zorbalara, zalimlere ve cümle cemaat sömürücülere karşı ortaya koyacağı direnişle başlar.
Biliniyor Kartacaların ünlü ve büyük askeri komutanı Hanibal en dar, sıkışık, çıkmaz, inançsızlığın had safhada olduğu bir ortamda boşuna:”Ya bir yol bulacağım ya da bir yol yapacağım” dememiştir. Önemli olan böyle anlarda ya bir yolu bulmaktır ya da yol yoksa bir yolu yapmaktır. İşte devrimciliğin en güzel özelliklerin başından birisi budur. Herkesin umutsuzluğu yaşadığı bir ortamda herkese umut olacak olan adımı, kendi şahsında atmasını bilmektir. Dedik ya “artık namuslu olmak yetmiyor, namusun mihenk taşında vuruşmak gerek” misali en acımasız ve nefes kesen ortamlarda inadına direnmeyi bilerek gelecek kuşaklara ışık olabilmek gerekiyor. Bu ise özveridir, bu ise kendini feda etmesini-hem de hiç bir şey istemeden-bilmedir.
Hele hele Ataol Behramoğlu’nun dizelerinde dile getirdiği:
“Yıllanmış bir ağaç gibi köklü, gür
Yalan hiç yıkılmayacakmış gibi görünür
Hükmü verilmiştir oysa:
Yıkılacak. Çürümüştür”
Gerçeğini idrakına vararak, er meydanına çıkmak işte bir sıra dışılıktır. Sıra dışılık ise zaten devrimciliğin en yalın tanımı değil midir?
Tarihi hepimizi az çok okuyoruz. Okumaya okuyoruz da aynı sonuçları tarihin o tozlu raflarında çıkarıyor muyuz? “Tarih, ancak doğru okuyanların ders alabildiği bir kitaptır” diyor tarihçi. Önemli olan doğru olanı tarih sayfalarında bulabilmektir. Elbette “gerçeğin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.” Ancak onca kan, onca ölüm, onca zarar görüldükten ve insan yaşamı kaybedildikten sonra gerçek açığa çıkmış kimin yararına, kimin yarasına merhem olabilir ki? Belki doğrunun açığa çıkması vicdanları rahatlatmak açısından yine de önemli olabilir. Ama lakin biz bir halkın günlük olarak katliamı yaşamasını sadece vicdanlarımızı rahatlatmak için gerçeklerin açığa çıkması için uğraşmayız ki? Biz her şeyden önce “Artık, namuslu olmak yetmiyor. Namusun mihenk taşında vuruşmak gerek…” felsefesini benimseyenler olarak yarın tarihin sayfalarına nostalji olsun diye bakma niyetinden olmayanlardanız. Bunun için vuruşma gününü bugün olarak seçiyoruz. Zorluklar da olsa, içerisinde ölümde olsa bugün vuruşmayı yeğliyoruz. Ve de şairin dediği gibi: “Yalan hiç yıkılmayacakmış gibi görünür, Hükmü verilmiştir oysa: Yıkılacak. Çürümüştür” çünkü.
Özcesi: “Bir toplumda namuslular namussuzlar kadar güçlü olmadıkça o toplumda kurtuluş yoktur” misali namusluların namussuzlara galebe çalması için kavganın tam ortasında, hem de kıyısında köşesinde kıyısında değil Xelil Dağ yoldaşımızın dediği gibi “tam göbeğinde yer almak” işte tarihin bize verdiği görev budur, ektiği bilinçte budur.
Özcesi: kıyısında köşesinde durmak değil, tam göbeğinde yer almak için tüm Kürdistan gençlerini ve kadınlarını yaklaşan Newroz’da dağlara çağırıyoruz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar