Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Eylül günü Ağrı’nın (Agiri) Tendürek alanına bağlı Gire Neriya, Şehit Reşit, Şehit Doğan alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Hareketli birlikler tarafından alanda pusulama faaliyetlerinin yapıldığı operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Aylardır Türkiye ve Kürdistan kamuoyu gündemine Kürt sorununu almış durumda. Yapılan tartışmaların ekseni ve bakış açısı bir yana dursun herkes kendince bir fikir belirtmekte. Sorunu çözmek istemeyen kesimler ise Kürtlerin ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin imhasını kendine doğrultu olarak seçmiş durumda.
Bizler de özgürlük gerillaları olarak bu süreçte olan-biteni takip etmekte ve halkımızın çıkarlarına en uygun olan çözüm modelini yani Önder APO’nun yol haritasını dört gözle beklemekteyiz.
Bu sürecin önünü açan hareketimizin aldığı karar doğrultusunda 21 Mart 2009 gününden beri eylem yapmamaktayız. Bu topraklarda belki de ilk defa böylesine uzun bir süreç TC ordusunun az kayıp verdiği bir dönem yaşanıyor. Bu süreç içerisinde imha amaçlı olarak gerçekleştirilen 150’nin üzerindeki operasyonda bir sabır küpü halinde çatışma pozisyonu yaratmamak, yaşanan zorunlu çatışmalarda ise yalnızca kendimizi korumayı esas almaktayız.
Bunun dışında ise hiçbir sabit düşman hedefine yönelmemekteyiz. Öyle ki geçmiş zamanlarda, bahsi geçen bu zaman diliminde baskın yiyen onlarca karakolda (sınır hattı-sınır içi fark etmez) bu dönemde askerler belki de ilk defa kaygısızca nöbet tutuyor. Çünkü herkes biliyor ki özgürlük gerillaları sözünün eridir. Yani bir şeyi yapmayacağız dedi mi yapmaz; yapacağız dediği zaman ise o şeyi yapmadan durmaz. Özüyle sözü, teorisiyle pratiği birdir gerillanın.
Evet; bu süreçte gerilla hiçbir karakola yönelmedi. Şehir merkezlerinde hiç eylem yapmadı. Halkımızın refahı ve huzuru için ve tabii ki Önderliğimizin geliştirdiği bu sürecin çeşitli kesimler tarafından provoke edilmemesi için çok büyük fedakarlıklar yaptı. Ve bu süreçte tam 54 canını yüreğine ve gücünü aldığı ölümsüz şehitlerinin yanına uğurladı.
Tabii bu süreçte belki de en fazla konuşması ve fikirlerini belirtmesi gereken kesimlerden biri gerillalardır. Çünkü bu sorunu bütün dünyanın gündemine koyan ve bunun için canla başla çalışanlar özgürlük gerillalarıdır. 30 yılı aşkın bir zamandır Özgürlük Hareketi’nin halkımız için verdiği bu mücadele olmasaydı, muhtemelen şu an Kürt diye bir halkın varlığından söz edilmiyor olunacaktı. Ancak dönüp baktığımızda hareketimizin ve Önderliğimizin yapmış olduğu açıklama ve çözümlemeler TC sistemi tarafından bir zaaf gibi yorumlanıp basını tarafından bu şekilde halka sunuluyor.
Sanki Kürt Özgürlük Mücadelesi gücünden çok şey kaybetmiş ve bu nedenle zorunlu bir çözüm talebinde bulunuyor gibi lanse edilmeye çalışılıyor. Herkes de biliyor ki hareketimiz her zamankinden daha güçlü olduğu bir dönemi yaşamaktadır. Moral, motivasyon ve hedefe kilitlenme açısından en kararlı döneminde. PKK 10. Konferansı’ndan aldığı ideolojik doğrultuyu 5. Konferansında zirvelere taşıyan HPG, her türlü savaş ve barış ortamında halkına ve Önderliğine bağlı olacağının mesajını net bir şekilde vermiştir.
Yine meydanları dolduran ve her türlü koşulda desteğini esirgemeyen halkımız sürece yönelik tavrını net koymuş durumda. Görkemli Amed, İstanbul ve Wan mitingleri halkımızın kimin yol haritasını esas aldığını ortaya koymuş durumda.
Bir de bu süreçte kafa karıştırmak isteyenler var: Bunları da es geçmemek yazımız açısından büyük bir önem arz etmektedir: Bir kısım paşa ve onlara bağlı Mehmetçik basını, suyu bulandırmak için her türlü yalanı uyduruyor: Yok gerilla eylem hazırlığındaymış, yok sansasyonel saldırılar yapacakmış, TC ordusu da buna karşı güvenlik alıyormuş. Yalanın daniskası.
Bugün Hürriyet gazetesinde hepimiz okuduk paşaların paşası küçük paşa Aslan Güner’in yalanlarını. Neymiş de PKK terörist faaliyet içerisindeymiş. Neymiş, “telsizlere göre PKK eylemsiz falan değil”miş. Neymiş PKK komutanları ‘Asker karakolda ise saldırmayın. Çıkarsa, izleyin, gerekeni yapın. Ya da anayolda giderse izleyin, ana yoldan ara yola, kırsala saparsa saldırın’ talimatı vermişmiş. Peki, Aslan Paşa ne talimatı bekliyor: HPG komutanlarının “asker sizi öldürmeye gelirse teslim olun, ya da bir mevziden birden çıkıp çiçek uzatın” talimatı vermesini mi bekliyor. Herhalde böyle bir şey beklememektedir: Ne de olsa kendisi de biliyor ki bizler teslim olmayan kuşağın mirasçılarıyız. Ser verip sır vermeyen, mücadelesi ve halkı için canını feda eden militanlarız.
Son dönemlerde çokça geçen bir söz var: Gerillalar dağa piknik yapmak için çıkmadı diye. Evet. Bizler bu dağlara piknik yapmaya çıkmadık ve TC askerinin de piknik yapmaya değil, süreci provoke etmeye çıktığını iyi biliyoruz. En son Şemdinli’de sınırı geçmek isteyen TC ordusunun en üst düzey komutanlarından Aslan Güner de iyi bilmekte bunu. Ne de olsa o kıyamette gerillanın formundan herhangi bir şey kaybetmediğini gördü. Son bir buçuk yıl içerisinde giriştikleri 3. Sınır geçme faaliyeti de hüsranla son buldu.
Tabii başka bir şey de beklemek yanlış olur. Çünkü gerilla değil sınır boyları, Amanos’tan Karadeniz’e Dambatlardan Ege kıyılarına kadar her yerde halkına karşı işlenen suçların hesabını sormak için hazır bekliyor.
Öyle kimse halkı kandırmaya çalışmasın “Burası TSK’nın her karışından sorumlu olduğu vatan toprağı. Teröristlerin değil” diye. İşin tarihsel ve siyasi boyutlarını bilim insanlarına bırakarak bu konuda sadece şunu söylemek istiyorum: Bu halka yıllarca zulüm eden ve onlara karşı her türlü suçu işleyen TC ordusu değil midir? Masum insanları kaybeden, genç kızlarımıza tecavüz eden, sırf adı Kürtçe diye küçücük canları başlarından ayıran,…
Peki, bu kadar suçu işleyen bir yapılanma, halkımızı kendi bağrından çıkan bir özgürlük hareketinden nasıl koruyacak? Kimdir burada halk için tehdit olan? Gerilla 21 Marttan beri eylem de yapmadığına göre!... Aslan Güner hangi tehdidi yok etmek için dağa çıkıyor?
Evet, Aslan Güner ve ordusunun Kürdistan topraklarının her karışından sorumlu olduğu tespiti doğru bir tespittir. Ancak Aslan Güner ve ordusu Kürdistan’ın her karışında akan masum insanların kanından ve binlerce faili belli cinayetten sorumludur. Bu ordu önce bunun hesabını vermelidir. Yoksa kimse mağdur edebiyatı yaparak halkımızın gözünü boyamaya çalışmamalıdır. Halkımız kimin kendisinin varlığı için hizmet ettiğini biliyor ve bu girişimin, bulanık bir suda balık avlama girişimi olduğunu ortaya koyuyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Eylül günü gündüz 10:00-11:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zağros’un Avaşin-Basya üçgeni ve Mêzê Köyü alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucu alanda başlayan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Ya PKK olmasaydı şimdi ne alemde olurduk diye bir soruyu hiç soran oldu mu acaba?
Ya PKK olmasaydı?
Ortadoğu, Kürdistan, Anadolu, Trakya ülkeleri ile tüm cihanın hali ne olurdu acaba?
Ya PKK olmasaydı?
Güney, Doğu, Güneybatı ile Kuzey Kürdistan’da yaşayan ve dünyanın en kadim halklarından biri olan Kürtlerden bir nüvelik bile kalır mıydı acaba?
Ya PKK olmasaydı?
Barzani ile Talabani’ye selam veren, onlara kırmızı pasaport veren olur muydu acaba?
Ve devam ediyor diyorum ki ya PKK olmasaydı?
Şu anda Güney Kürdistan’da bölgesel bir Kürt yönetimi olur muydu acaba?
Ya PKK olmasaydı?
Bir Kürt bir ülkede cumhurbaşkanı olur muydu acaba?
Ya PKK olmasaydı?
İran devletinin aslında bir İslam devleti değil de siyonist ve ırkçı bir devlet olduğunu kim bilecekti ki?
Ya PKK olmasaydı?
Türk ırk devletinin, Hitler-Mussoloni-Franko gibi faşist rejimlerinin en kara kırması olduğunu kim bilecekti ki?
Ya PKK olmasaydı?
Kim bilebilirdi ki, Türk ırk rejiminin başında olanların devşirme olduğunu?
Kim bilebilirdi ki, en çok ırkçılık yapanların Türk olmadığını?
Kim bilebilirdi ki, aslında bu rejimin bir hurafeler toplamından ibaret olan bir rejim olduğunu?
Kim bilebilirdi ki, Türkiye ve Kürdistan’da farklı halkların da yaşadığını?
Kim bilebilirdi ki, CHP’nin bir sosyal demokrat parti değil de şahane bir şovenist parti olduğunu?
Kim bilebilirdi ki, MSP geleneğinden gelen SP ile AKP’nin yeşil Kemalist olduğunu?
Ya PKK olmasaydı?
Kim bilebilirdi ki, Türkiye’de komünist olarak tanınan partilerin aslında ırkçı olduklarını, gladio’ya payandalık yaptıklarını?
Ya PKK olmasaydı?
Kürt kızlarının ve annelerinin dünyanın en berxweder kadınları olduklarını kim görecekti?
Ya PKK olmasaydı?
Kim bilebilirlerdi ki, bir cendiremeyi hissettiği andan itibaren bile tir tir titreyenlerin, bugün Türk generallerine laf atabileceklerini?
Ya PKK olmasaydı?
Nice korkak, nice ödlek ve nice ruhsuzların biraz cesaretli konuşabileceklerini görebilen olur muydu acaba?
Ya PKK olmasaydı?
Bugün kim Kürtler üzerinde konuşabilecekti?
Ya PKK olmasaydı?
86 yıldır Türkiye’de herkesin kandırıldığını, gerçek olarak ne sunulmuşsa hepsinin yalan olduğunu kim bilecekti?
Ya PKK olmasaydı?
Türk ırk devletinin bir gladio-ergenekon- devleti olduğunu kim bilecekti?
O güvenilen çok çok pırpırlı generallerin çok çok pırpırlı katiller olduğunu kim bilecekti?
Ya PKK olmasaydı?
Kim bilebilirdi ki, gerçek kardeşliğin, gerçek demokrasinin, gerçek özgürlüğün, gerçek eşitliğin ve insanlığın ne olduğunu?
Ya PKK Önderi, Önder APO ve yarattığı dünyanın en fedai gerillası olmasaydı, tüm bunlar olur muydu acaba?
Bir de düşünelim ki, gerillaya katılımları iki katına çıkarsa nasıl bir Özgür Kürdistan ile Demokratik Türkiye’nin olabileceğini!
Ülkemizde gizli kalmış daha nice gerçekleri ortaya çıkarmak için, gerçeğin, adaletin ve ışığın arayışçısı olan tüm gençlerimiz dağlara doğru!
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Hareketimizin almış olduğu karar doğrultusunda 21 Mart 2009 tarihinden beri tek taraflı bir eylemsizlik sürecinde bulunan güçlerimize yönelik olarak, Ağustos ayı içerisinde TC ordusu tarafından 56 imha amaçlı operasyon gerçekleştirilmiştir. Gerillalarımızın büyük duyarlılığı sonucu bu operasyonların sadece 5’inde zorunlu çatışma yaşanırken, gerillalarımız tarafından herhangi bir eylem gerçekleştirilmemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
30 Ağustos günü Dersim merkeze bağlı Demanan, Laç, Tülik, Alabağ ve Pirlvenk alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Havadan kobralarla destekli olan operasyon 31 Ağustos günü geri çekilmiştir.
1 Eylül 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
28 Ağustos günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Govendê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından başlatılan operasyon kapsamında, 30 Ağustos günü gündüz saat 10:00 sularında sınıra sıfır noktada bulunan gerilla mevzilerimize imha amaçlı sızma gerçekleştirmek isteyen TC ordu birlikleri ile HPG güçlerimiz arasında zorunlu bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ağustos günü (bugün) sabah saatlerinde Hakkari’nin (Colemerg) Şemdinli (Şemzinan) ilçesine bağlı Govendê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Asker sevkiyatlarının sürdüğü operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Haklarını yemeyelim, bu mücadele tarihinin karşı cephesinde bir de paşaların yeri var tabi.
Ne paşalar gördük, görevi teslim aldığı gün, 2 yıllık ömrüne nice zaferler sığdıracağının coşkusunu içine sığdıramayan. Kendinden öncekilerin kendisini hayretler içerisinde bırakan yenilgilerini hiç mi hiç kendine yakıştıramayan. Kimsenin yapamadığını, başaramadığını gerçekleştirerek tarihe geçecek komutan unvanına sahip olmak için biçilmiş kaftan olduğunu bir türlü aklından çıkaramayan.
Ne paşalar gördük, görev başındayken aslan kesilen, bastıra bastıra tek gücün ordunun olduğunu sayıklamaya bayılan. Her yere saldırarak herkesi potinleri altında ezebileceğine inanan. Asıp kesmeyle karşısındakileri sindirmeyi kendine marifet sayan. Yaptığı teslim ol çağrılarına koşar adım gideceğimizi sanan. Halkı zulüm ve işkence masasına meze yaptığı kurtlar sofrasında içtiği iktidar şarabıyla sarhoş olan.
Ne paşalar gördük, görevinin son aylarında can havliyle sağa sola saldıran. Aynı kaderi paylaşmanın telaşıyla operasyon üzerine operasyon tertipleyen. Son bir şans diyerek yeni oyunlar çeviren. Zamanın daraldığını gördükçe daha da hırçınlaşan. Tarihe geçme şansını yitirme korkusuyla her türlü çılgınlığa soyunan. Artık ne yapacağını bilmez şekilde akıl almaz planlarla askeri fıkralara konu olan. En sonda hezimet ile sonuçlanan girişimlerinde gerillanın pençesinden kurtulmayı büyük bir başarı olduğu heyecanına varan.
Ne paşalar gördük, görevinin sonunda, emekliliğinde süt dökmüş kediye dönen. Yapılamayanın, başarılamayanın öyküsünü yazan. Kader arkadaşlarıyla derneklerde olmazın teorisini yapan. Bir daha kendisinin eline geçmeyecek talihin hiç kimsenin yüzüne gülmemesi için dua eden. Gerilla karşısındaki yenilgisini edebiyatlaştırmaya çalışanlar. PKK savaşçılığının yenilmezliğinin sırrına eren.
Bir paşa var bu aralar; adı da İlker Paşa’ymış. Malum hikayeyi gerçekleştirmeye pek de hevesli. Ne diyelim, kendisi bilir. Biz çocukluğumuzda Amed sokaklarında böyle tiplere “Paşa Paşa” der, devamını getirir dalgamızı geçerdik. Şimdi büyüdük, 30 yıllık Özgürlük mücadelesinin değirmeninde öğütüldük, onbinin üstünde şehidin kanında yıkandık, yaratılan onca değerle tekrardan işlendik.
Bu yüzden diyoruz ki;
İlker Paşa, yanındaki çeteni, bilhassa bu son günlerde görev alan hava kuvvetleri Hasan Komutanını da al yanına, gel buralara. Biz buradayız; Dersim’deyiz, Amed’de, Botan’dayız. Karadeniz, Amanos’lardayız. Kandil’de, Haftanin’de, Zap’tayız. Hoş, yiğitçe savaş nedir bilmezsin ama en azından Büyükanıt Paşan gibi pençemizden kurtulmayı başarabilirsen gururlanır, paşalılığının emeklilik evresinde kullanırsın.
Gel, gel de gerilla, çokça meraklısı olduğun hikayeyi sana da yaşatsın.
- Ayrıntılar
Yönümüzü doğrulttuğumuz coğrafyalarda güneşi kucaklarken ve en mütemadi melodileriyle rüzgâr kendisini bize sunuyorken yolumuz düşmüştü, yamaçlarında mor sümbüllerin genzi yakan kokularının eksilmediği Hakkâri dağlarına. Derin vadilerine baktıkça özgürlüğün daha da farklı anlamların içine sürüklendiği böylesi anlarda hem uzaklardan batan güneşin, hem de başımızın üstünden geçen göçmen turnaların görüntüleriyle yolu kat ederek, gecenin içinden yeni hayatları oluşturan adımların dayandığı eşikteki güne merhaba demek, bu toprak parçasında her zaman bende ayrı bir duygunun işgalcisi olmuştur. Önümde yürüyen arkadaş “bu ileride güzel bir su kaynağı var” deyince, durmanın, soluklanmanın yeri olduğuna ikimizin de hareketlerindeki kifayetsizlik karar verme gücünü göstermişti. O su kaynağının başında soluklanıyor ve kaynağın insanın içini serinleten suyuyla yüzlerimizi yıkıyorken, aklıma çocukluğumda görme fırsatına eriştiğim tablolar gelmişti. Evet, hatırladığım kadarıyla çocukluğumun o sisli hatıralarında; her zaman doğa resimleri ve fotolarının özel bir anlamı olmuş ve bu çalışmalar üzerine gördüğüm her eser, beni kendine âşık etmişti. Fakat burada, yani bu kaynağın başındaki mekânda ve tarih akışının bu anında görmekte olduğum o manzara, ne çocukluğumdaki natüre çalışmalara benziyordu, ne de onlar gibi bende geçici sarhoşluğun oluşmasını sağlıyordu. Hakkâri dağlarının yamaçları, yaylaları, binlerce çeşidiyle çiçekleri ve bir ananın halel gelmemiş emeği kadar berrak olan sularına, her bakışımda, dokunuşumda ve yudumlamada tekrar tekrar âşık oluyordum. İşte burada anlıyordum ki; devrimcilik aynı zamanda, doğanın içine, paylaşıma ve insana âşık olmaktı.
Yamaçlardan aşağı süzülen karlı patikaların kenarlarında isyan edercesine başını gökyüzüne dikmiş berfinlerle konuşarak aşağımızda bulunan köye yaklaştığımızda, bin yılların eskitemediği tarih bütün ihtişamıyla kendini önümüze seriyor ve sanki gösterdikleriyle ya da gösterecekleriyle bize “hoş geldiniz” diyordu. Özellikle köyün yukarısından getirilen su kanalı ve köyün orta yerinde bulunan kilise ilk başta dikkatimi çekiyordu. Su kanalına baktığımda, kocaman dağların arasından süzülen devasa bir yılanı andırıyordu. Bazı yerlerinde her ne kadar tahribatlar olsa da, halen de çok sağlam görünüyordu. Yanımdaki arkadaş bendeki şaşkınlığı anlamış olacak ki, “bu köy çok eski bir köydür. Eski zamanlarda Süryaniler buralarda yaşıyorlarmış, yani bu köyü onlar çok eski zamanlarda inşa etmiş ve yaşamışlar” şeklinde açıklayıcı bir cümle kullanmıştı. Köyün orta yerinde bulunan kiliseye doğru adımlarımı atmaya başladığımda, içimdeki heyecanı zor bela kontrol ediyordum. Daha öncesinde arkadaşların anlatımından çok dinlediğim bu kiliseyi, şimdi kendi gözlerimle ilk defa görüyor olabilmenin bütün coşkusunu damarlarımda hissedebiliyordum. Kilisenin yaklaşık 20 metreye ulaşan yüksekliği ve en üstünde bir incir ağacının bulunması dış görünüşte dikkati çeken noktalardı. Daha sonrasında kilisenin içine girdiğimde, ilk başta coşkum ve heyecanım gördüklerim karşısında hüzne dönüştü. Kilisenin içinde sanki kocaman bir köstebek bütün her yeri delik deşik etmişti. Fakat bu kocaman bir köstebekten ziyade yöre halkının arasında bulunan bazı ucuz maceracıların, kendilerince yürüttükleri hazine avcılığının oluşturduğu çukurlar daha doğrusu yaralardı. Bunları yorumlamaya çalışırken, gözlerimi etrafta usul bir şekilde gezdirmeye başladığımda, kilisenin içinde hiç sütun bulunmadığını fark ettim. Fakat yapıldığı zamana göre bu şekilde inşa edilmiş olmasını bir türlü anlayamadığımdan, yanımdaki arkadaşa “nasıl böyle sütunsuz yapabilmişler?” diye sorduğumda, “tavanı yaparlarken, kesme taşlarını kilitlemişler, yani birden fazla taş ustasıyla aynı anda örmüşler, yani hep beraber yapmışlar. Kilit taşları hem onların orada rahat bir şekilde kalmasını sağlamış, hem de gördüğün gibi beraberce bir tarih oluşturulmasına yardımcı olmuş. Biliyor musun, denildiğine göre burasına …………matta diyorlar.” Dediğinde “nasıl yani bu İsa’nın havarisi olan Matta’dan mı bahsediyorsun?” diye sordum büyük bir şaşkınlıkla, “evet, ondan bahsediliyor” demişti.
Şimdi haberlerde “Diyarbakır cezaevinin kapatılacağını” ve yerine komplekslerin yapılacağını duyduğumda, aklım beni yine Hakkari dağlarına, o eşsiz güzelliklere ve Süryani köyüne götürüyordu. Evet, son dönemlerde birçok tartışmaların yaşandığı Türkiye ortamında, böylesi bir kararın alınmasının tamamıyla tarihi silmenin ve toplumsal hafızanın kaybını oluşturmanın dışında bir anlamı yoktur.
Daha öncesinde bir yerlerde okuduğum bir noktaya değinmek istiyorum. 17 yy’de Rusya’da yaşamış ve hafıza-bellek üzerine büyük araştırmalar yapmış ünlü Doktor Korsakoff, hafızasını kaybetmiş insanların, belleğini kullanamayan insanların herhangi bir ölüden farklı olmadığını söylemiştir. Evet, bugün de yürütülen tartışmalarda, oluşturulmaya çalışılan tek taraflı açılım kumpanyalarında, Diyarbakır işkence kalesinin yıkılmasının kararlaştırılmasının gerçek anlamı, Kürt halkına uygulanan bilinçli ve sistemli işkencelerin, yok etme merkezlerinin izlerini taşıyan tarihi nitelikteki yapıları ortadan kaldırarak, sözüm ona sorunun çözümünü geliştirmek diye bir ezbere mantığın yaklaşımı olmaktadır.
Elbette Kürt halkının bunu kabul etmesi mümkün olamaz. Dünyada farklı örneklerinde görüldüğü(Almanya’daki Nazi kampları) gibi bu ve benzeri yerlerin sembolik olarak ve tarihi gerçekliklerin bundan sonraki kuşaklara aktarılması içinde, ilelebet ayakta kalması gerekmektedir. Kürt halkının bu yöndeki mücadelesi yükselen bir seyirle gelişecektir. Aksi takdirde son günlerde söylenilen söylemlerin arasına bol bol sıkıştırıldığı gibi; “birlik, beraberlik projesinin” salt söylemde kaldığı ve gerçek niyetinin ne olduğu daha net bir şekilde gün yüzüne çıkacaktır. Bunun da bölgede, mevzu bahis edilen barış ve birlikteliğe dayanan bir yaşam ortamını oluşturmayacağı kesin bir olgudur.
Şurası çok açık olmaktadır; bir halkın dününü yok ederek, onun yarınını oluşturamazsınız. Eğer dünle ve yaşanılan tüm geçmişle yüzleşir ve bundan gerçek anlamda ve bütün samimi duygularla sonuç çıkarırsanız, bölge barışa ve istikrara kavuşabilir. Yoksa ünlü Doktor Korsakoff’un da belirttiği gibi hafızalarını kaybetmiş ve belleğini kullanamayan Kürtleri oluşturmaya çalışmanın bir diğer anlamı da, ölü Kürt oluşturmak oluyor. Ki bunu Kürt halkının kabul etmesi kesinlikle söz konusu olamaz. Bir halkın varlığını ve onun iradesini, siyasi örgütlülüğünü bu anlamda da, toplumsal hak ve özgürlüklerini kabul etmek, geçmişini, kültürünü yaşamasına izin vermek, gerçek anlamda bu sorunun çözümüne katkı sunan siyaset ve politika olacaktır. Hem tarihe, hem bugüne ve hem de yarına bunu göstermeyen her yaklaşım, Kürt halkını yok etme, imha etme ve öldürme amacını güden yaklaşımlar olacaktır ki; bu da kendisiyle beraber çatışmaların çoğalmasının dışında her hangi bir şey getirmeyecektir.
- Ayrıntılar