Basına ve Kamuoyuna!
15 Ağustos günü Van’ın Erciş ilçesine bağlı Şahpazar köyü çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 19 Ağustos gecesi operasyona çıkan düşman askeri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Ağustos günü 06.00-07.00 saatleri arasında Şırnak’ın Besta alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ağustos günü Şırnak’ın Gabar alanına bağlı Sipîvyan köyü çevresine yönelik olarak TC ordusuna ait kobralar tarafından bombardıman yapılmıştır. Yapılan bombardıman sonucunda arazide çıkan yangın halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Şahadetinin 7.yılını geride bırakıyoruz. Tam yedi yıl önce, aynı bugünler. Bir toplantı esnasında öğreniyorum. O yani çocukluk, gençlik ve de gerilla da birlikte olduğum arkadaşım ve yoldaşım olan ERDAL-ENGİN SİNCER’in şahadetini.
Bizde gelenektir gidenlerin ardından ağlanmaz. Ağlama Ortadoğulu olan biz erkeklerinde ayıplanır, zayıflık işareti olarak algılanır. Bunun için ağlayan erkeğe biraz da kem gözle bakılır. Giden bir daha size dönmeyecek olsa da ağlanmaz.
Ancak biz Kürdistan gerillaları öğrendik ki Ortadoğulu erkekler herkesten daha fazla ağlarmış. Meğer ağlamalarını içlerine akıttıkları için dışarıya yansıtmazlarmış. Meğerse kendilerini böyle kamufle ederlermiş. Dediğimiz gibi biz Kürdistan gerillaları olarak bunu öğrendik. Yaşayarak öğrendik. Çıplak olan kavga ortamında öğrendik. Nasıl ki en iyi yoldaşlıkların, dostlukların da kurulabileceğini kavganın tam ortasında öğrenmişsek ağlamaların nasıl bir taşın arkasında-gözlerden ırak-yürütüldüğünü, kendini geri çekerek dünyalardan koparak kimseye çaktırmadan yapıldığını da öğrendik. Ve de dediğim gibi içimize akıttığımız gözyaşlarında öğrendik.
Devrim bizde aynı zamanda kendini değiştirme, dönüştürme ve de yaratma zemini olduğu için bu zeminde ilk iş olarak kendimizi öğreniyoruz, yanımızdakini öğreniyoruz, halkımızı ve giderek insanı ve insanlığı öğreniyoruz. Öğrendikçe en ücra köşelerde gizli saklı tutulan duyguların nasıl yaşatıldığını da öğreniyoruz. Ve böylece bizim için yani gerillalar için insana ait olan ne varsa gizli saklı kalmıyor. Hızlı yaşanan bir yaratım tarihinde kendimizi görerek başka yoldaşlarımızı da görüyoruz. Bu ise ayrı bir öğrenme yolu oluyor. Daha derin, daha kalıcı ve daha duygu yüklü…
Erdal yoldaşın çocukluk, gençlik ve militanlıkta bir arkadaşı ve yoldaşı olarak onun şahadetini aşmanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğreniyorum. Ne kadar aşıp aşmadığımı ise bilemiyorum. Bu duygunun sadece bana ait olmadığını yine yaşayarak öğreniyorum. Onlarca yoldaş, hatta Erdal’la kalan yüzlerce yoldaş onunla bir anını geçirmişler ise onun nasıl unutulamayacaklarını günlük olarak onunla paylaştıkları anı dile getirerek ifade ediyorlar. Böylece hem Erdal yoldaşla yaşanılan an ölümsüzleşiyor hem de kendileri o ölümsüz anın bir parçası ve kendileri oluyorlar.
Evet, Erdal’ı anıyorum. 7 yıl öncesine giderek bugünlere bakıyorum. Ya da bugünlerde 7 yıl öncesine gidiyorum. Ve Erdal yoldaşımı anıyorum, onunla yaşadıklarımı tazeliyorum. Bugünlerde geçmişe gittiğimde Erdal’ın boşluğunu daha iyi hissediyorum. “Bir militanın militanlık görevlerini yapması gerektiğini” söyleyen o, her zaman bir militan olarak üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Mücadelemiz içerisinde acaba yaşarken bu kadar çok sevilen bir arkadaş var mıydı diye hep kendime soruyorum? Erdal’la çocukluk arkadaşlığı yaptığım için ara sıra tereddüde giriyorum. Acaba yakinen tanımışlığın verdiği sevgi olmasın onu benim yanımda kutsallaştıran d…
Böyle de düşünsem onun herhalde parti tarihimiz içerisinde gelmiş geçmiş militanlar arasında yaşarken de en çok sevilenlerin arasında yer aldığı kesindir. Onunla bir anını yaşayan bir birey, bir yurtsever bu denli etkileniyorsa orada durup düşünmek gerekir.
Örneğin çok sonraları tanıştığım değerli bir yurtsever bana “İki gün sonra bir arkadaş refakatinde karmaşık duygularla Belçika'ya gittim. ERDAL arkadaşla ilk karsılaşmamda“Örgüt beni bu çocukla muhatap etti. Ben bu çocukla hangi sorunumu çözebilirim? “Çocuk ruhlu. Çocuğumsu bir duruş, güleç yüzlü, candan, minyon tipli biriyle karsılaştım. Kısa bir tanışmadan sonra yanından ayrıldım. İçimde farklı bir duygu oluştu. Beni ona çeken bir şeylerin olduğunu fark ettim. Sabırsızlıkla aksamı bekledim. Aksam ki buluşmamız daha da ilginçti. Konuşmaya baslar başlamaz dur dedim. „Biz tanışıyor muyuz?“ dedim. Hiç duraksamadan „evet“ dedi. „Ben Zınar’ım, Serhat’ım, Hayri’yim, Karasungur’um. Ben PKK’yim. Biz dogmadan tanışıyoruz“ dedi. „Hiç vakit kayıp etme hemen öz geçmişini yaz KNK üyeliği için müracaat et. Fazla vaktimiz yok. Sonra oturup beraber neler yapabiliriz. Onu tartışırız. İste ERDAL böyle bir kişilikti. Yaratıcı, çözümleyici, birleştirici, bütünleştirici, moral gücü, direnme ruhuydu. O PKK’ydi.“
Yine başka bir örneği vereyim. Kürt halkının Avrupa’da da dostları vardır. Ülkede gerilla da verilen eğitim biçimini incelemek için dağa gelen bir eğitimci profesör kadın vardı. Oldukça sıcak, sempatik biriydi. Yaşça bize göre büyüktü. Onu karşılamaya ben gönderilmiştim. PKK okuluna getirdim. Birçok yoldaşla eğitim üzerine tartışmaları oldu. Bir ara onu PKK okulunun geneliyle toplantı yapabileceğini söyledik. Kabul etti ve PKK okulumuzla bir toplantı yaptı. Esasta biraz gözlemlerini aktaracaktı ve tabii ki soruları da vardı. Tartışmanın bir anında okul öğrencileri Avrupa’da gelen öğretim üyesi kadın profesöre sorular sordular. Sorular derinleştikçe özele indi. Tartışmanın bir anında bir bayan yoldaş “PKK ile nasıl tanıştınız?” sorusunu sordu. Ortam sessizleşti. Herkese kadın dostun vereceğe cevaba kilitlendi. Kadın dost İngilizce konuşuyordu. Yanında oturan bir yoldaşımız vardı. Daha önceleri İngilizce öğretmenliği yapmıştı. Kadın dostun ses tonu değişti duygusallaştı. Yüz hatlarında rengi farklılaştı. Hüzünlendiği her halinde belliydi. Ancak anlattı. Örgütü, partiyi, önderliği nasıl öğrendiğini anlattı. Anlatırken ona tüm bunları öğretenin kim olduğu merakı herkesi sardı. Bir ara kafasını kaldırarak, gözleri dolu olarak tam okulun arka kısmında duran büyük boy resme baktı ve Erdal arkadaşın resmini göstererek “sizin çok sevdiğiniz, benim de çok sevdiğim ve saydığım Erdal arkadaş beni partiyle tanıştırdı” diye bildi. Gözleri doldu. Konuşma kesildi. Tercümeyi yapan arkadaşın ise Avrupa’da ilk karşılaştığı arkadaş Erdal’dı. Bunu biz bilmiyorduk. Birlikte çalışmışlar. Erdal’ı çok seven bir arkadaş. Tercüme ederken gözleri doluyor, ağlamalarını tutamıyor ve tercüme etmeden dışarıya kendini zor bela atı veriyor. Ve ortam bir anda korkunç derecede bir duygusallığa kapılmıştı.
Evet Erdal işte budur. Onunla bir gün de kalan onu bir daha unutamaz. Onunla anıları hep zirvede capcanlı yaşar. Başka da olamaz.
Evet Erdal yoldaşın 7. şahadet yıl dönümünü yaşıyoruz. Ve bugünleri yaşadıkça Erdalsız bir yaşamın ne kadar zor olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Erdallı yaşamak için ise Erdal gibi yaşamaktan da başka yol olmadığını her geçen gün daha iyi anlıyor ve ona karşı olan sevdamız saygımız daha da artıyor.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Ağustos günü (bugün) sabah saatlerinde Muş’un Varto ilçesine bağlı Kirmeçok, Başkent, Benzen, Mila Koxê ve Geliyê Gulik köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından özel harekat timleri ile sivil askerlerin katıldığı kapsamlı bir operasyon başlatılmıştır. Operasyonun kapsamı genişletilerek devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Kolay değil 26 yıl boyunca sürekli direniş halinde bulunmak. Nefes nefese yaşamak ve bu şekilde mücadele etmek. Binlerce bedeni toprağa düşürüp, onbinlercesini ise çeşitli nedenlerle mağdur bırakıldığı halde yine de bu büyük coşkunun içinde, özünde ve hatta yüreğinde tutabilmek. Dünya da tüm bu sayılanların içinde yer aldığı herhangi bir özgürlük hareketi yoktur. Ne bugün vardır, ne de tarihte olmuştur. Bundan sonrasında olur mu? (ideolojik boşluğun bu kadar yoğun yaşandığı bir çağ gerçekliğinde bundan bahsetmek her geçen gün daha da zorlaşıyor) Tüm bunları kendi karakterinde, eyleminin dilinde ve mücadele çizgisinde somutlaştıran, milyonlarca halk kitlesine dönüştüren ve gerçek anlamıyla ete kemiğe kavuşturan hareketin adıdır; PKK.
Doğal olarak bu görkemli mazinin ve destan gibi geçen son 26 yılın haklı coşkusunu yaşıyor bütün Kürtler! Ellerine bayrakları alanlar gece gündüz demeden sokağa dökülüyor ve soydaşlarıyla birlikte bu bayram havasını yediden yetmişe teneffüs etmeye çalışıyorlar.
Sadece yürüyorlar ve yaşadıkları coşkuyu onlarla, yüzlerle, binlerle, on binlerle birlikte paylaşmaya çalışıyorlar.
Bazıları bunun için gövde gösterisi, örgüt propagandası veya örgütün yandaşlarının provokasyonu gibi çok maksatlı yorumları daha ilk dakikadan itibaren geliştirmeye çalışıyorlar.
Halbuki yetmiş yaşında bir nineyi ve on yaşındaki bir çocuğu el ele, aynı bayraklarla ve aynı sevinç gösterileriyle bir sokakta ya da bir caddede bütünleştiren bir şeyler varsa, orada elbette bir örgütlülüğün olduğu muhakkaktır. Fakat bunun sadece sığ düşüncelerin çeşitli formel açıklamalarıyla tedhiş edilmek istenen bir organizasyon kışkırtmacılığı olduğunu düşünmek, işte neden sürekli barış olmuyor, neden gencecik insanlar ölüyor sorularının yanıtını da oluşturan basit tılsımlar olmaktadır. Bu soruların cevabı elbette önemlidir ama…
Aması Mersin’de Kürtlerin yaşadığı bu coşku seline devletin polisinin gösterdiği tepki de yatmakta.
Biliniyor yakın geçmişe kadar da yapılan tartışmaların gündeminde; taş atan çocuklar vardı. Sonrası malum çeşitli yasal zikzaklar ve hukuksal al gülüm-ver gülümlerle bir alabora oluşturuldu.
Şimdi Mersin’de de yaşayan Kürtlerin bu görkemli coşkusu karşısında yine polisler bunu engelleyerek hani o nineyle, çocuğun buluştuğu çerçeve vardı ya, işte onun dağılmasını istiyorlar.
Resmi tarih yazmasa ve kabul etmese de, Kürtler 15 Ağustos’u bir milat olarak görmekte ve diriliş bayramı olarak kutlamakta. Bütün bayramların ve bunların coşkuları resmi tarihe göre olmayacağını bilmede de fayda var…
Tabi bu dağıtmaya yönelik baskılarda kolluk güçleri nam-ı diğer polisler sonuç alamayınca son bir iki ikazı da isteksiz bir şekilde yapıyorlar…
Bu dağıtma isteminin su üstündeki nedenleri çok basittir; ya izinsiz bir gösteridir, ya da verilen izin (çizilen sınırın dışına çıkılmak istendiği gibi varsayımlarla) alanının dışına taşmıştır gösteriler.
Fakat kimsenin can güvenliği ya da kamu mallarına yönelik herhangi bir yaklaşım söz konusu değildir. Bir halk bayramı olarak algılanan böylesi bir güne, devlet organizasyonunda resmi görevleri olan polisler tarafından husumet duyuluyor ve insanların o coşkusu bir düşman hedef olarak okunuyor.
Sonrasında ise bayramını kutlayanlarla polis arasındaki yaşanan gerginlik bir sokak çatışmasına dönüşüyor.
İşin rengi de nedense bundan sonra değişiyor;
Bazılarına göre bundan sonrasında ortaya çıkan tabloda, görevi başındaki polise mukavemet gösteriliyor. Halbuki insanların bu coşkusu karşısındaki polisin yaklaşımına duyulan bir öfkenin patlaması yaşanıyor. Doğal olarak o on yaşındaki çocuklar taşlarla birlikte polisin bu yaklaşımına cılız da olsa direnmeye çalışıyor.
Peki devletin resmi polisi ne yapıyor bunların karşısında!
Onlarda o çocuklarla taşlarla saldırıyorlar. ( sanki mahalle arasındaki bir futbol maçında basit nedenlerle ortaya çıkmış bir sokak kavgasını andırıyor görüntüler)
İşin astarı kesindir; bir devletin kolluk güçleri sokak arasındaki çocuklara yönelik taşlarla dahi saldırabilecek kadar işi tırmandırıyorsa orada her şeyden önce toplumsal geleceğin ciddi bir şekilde travma yaşamasına neden olabilecek hususlar yaşanmaktadır.
Daha öncesinde taş atan çocuklar diye bir tartışma vardı, şimdi taş atan polisler diye bir tartışmaya başlamak gerekir.
Yani 15 Ağustos’un nedenlerini, niyelerini zaten kimse tartışmıyor. Fakat 15 Ağustos’tan günümüze değin yaşananların bilançolarını herkes kendi menzilinden ortaya döküyor. İşte bugün insanların coşkusu karşısında taş atan polisler diye bir şeyler ortaya çıkıyorsa, bundan sonrasında yapılması gerekenlere yönelik biraz tartışmak gerekiyor. Yoksa her sene 15 Ağustos’larda bilanço hazırlamanın çok fazla bir anlamı olmuyor, insanların hayatları bu şekilde kurtulmuyor.
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
14 Ağustos günü Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Geliyê Dostki alanında bulunan Serenge köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün saat 07.00 sularında operasyona çıkan düşman askeri ile gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Şahadetinin 7.yılını geride bırakıyoruz. Tam yedi yıl önce, aynı bugünler. Bir toplantı esnasında öğreniyorum. O yani çocukluk, gençlik ve de gerilla da birlikte olduğum arkadaşım ve yoldaşım olan ERDAL-ENGİN SİNCER’in şahadetini.
Bizde gelenektir gidenlerin ardından ağlanmaz. Ağlama Ortadoğulu olan biz erkeklerinde ayıplanır, zayıflık işareti olarak algılanır. Bunun için ağlayan erkeğe biraz da kem gözle bakılır. Giden bir daha size dönmeyecek olsa da ağlanmaz.
Ancak biz Kürdistan gerillaları öğrendik ki Ortadoğulu erkekler herkesten daha fazla ağlarmış. Meğer ağlamalarını içlerine akıttıkları için dışarıya yansıtmazlarmış. Meğerse kendilerini böyle kamufle ederlermiş. Dediğimiz gibi biz Kürdistan gerillaları olarak bunu öğrendik. Yaşayarak öğrendik. Çıplak olan kavga ortamında öğrendik. Nasıl ki en iyi yoldaşlıkların, dostlukların da kurulabileceğini kavganın tam ortasında öğrenmişsek ağlamaların nasıl bir taşın arkasında-gözlerden ırak-yürütüldüğünü, kendini geri çekerek dünyalardan koparak kimseye çaktırmadan yapıldığını da öğrendik. Ve de dediğim gibi içimize akıttığımız gözyaşlarında öğrendik.
Devrim bizde aynı zamanda kendini değiştirme, dönüştürme ve de yaratma zemini olduğu için bu zeminde ilk iş olarak kendimizi öğreniyoruz, yanımızdakini öğreniyoruz, halkımızı ve giderek insanı ve insanlığı öğreniyoruz. Öğrendikçe en ücra köşelerde gizli saklı tutulan duyguların nasıl yaşatıldığını da öğreniyoruz. Ve böylece bizim için yani gerillalar için insana ait olan ne varsa gizli saklı kalmıyor. Hızlı yaşanan bir yaratım tarihinde kendimizi görerek başka yoldaşlarımızı da görüyoruz. Bu ise ayrı bir öğrenme yolu oluyor. Daha derin, daha kalıcı ve daha duygu yüklü…
Erdal yoldaşın çocukluk, gençlik ve militanlıkta bir arkadaşı ve yoldaşı olarak onun şahadetini aşmanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak öğreniyorum. Ne kadar aşıp aşmadığımı ise bilemiyorum. Bu duygunun sadece bana ait olmadığını yine yaşayarak öğreniyorum. Onlarca yoldaş, hatta Erdal’la kalan yüzlerce yoldaş onunla bir anını geçirmişler ise onun nasıl unutulamayacaklarını günlük olarak onunla paylaştıkları anı dile getirerek ifade ediyorlar. Böylece hem Erdal yoldaşla yaşanılan an ölümsüzleşiyor hem de kendileri o ölümsüz anın bir parçası ve kendileri oluyorlar.
Evet, Erdal’ı anıyorum. 7 yıl öncesine giderek bugünlere bakıyorum. Ya da bugünlerde 7 yıl öncesine gidiyorum. Ve Erdal yoldaşımı anıyorum, onunla yaşadıklarımı tazeliyorum. Bugünlerde geçmişe gittiğimde Erdal’ın boşluğunu daha iyi hissediyorum. “Bir militanın militanlık görevlerini yapması gerektiğini” söyleyen o, her zaman bir militan olarak üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiştir. Mücadelemiz içerisinde acaba yaşarken bu kadar çok sevilen bir arkadaş var mıydı diye hep kendime soruyorum? Erdal’la çocukluk arkadaşlığı yaptığım için ara sıra tereddüde giriyorum. Acaba yakinen tanımışlığın verdiği sevgi olmasın onu benim yanımda kutsallaştıran d…
Böyle de düşünsem onun herhalde parti tarihimiz içerisinde gelmiş geçmiş militanlar arasında yaşarken de en çok sevilenlerin arasında yer aldığı kesindir. Onunla bir anını yaşayan bir birey, bir yurtsever bu denli etkileniyorsa orada durup düşünmek gerekir.
Örneğin çok sonraları tanıştığım değerli bir yurtsever bana “İki gün sonra bir arkadaş refakatinde karmaşık duygularla Belçika'ya gittim. ERDAL arkadaşla ilk karsılaşmamda“Örgüt beni bu çocukla muhatap etti. Ben bu çocukla hangi sorunumu çözebilirim? “Çocuk ruhlu. Çocuğumsu bir duruş, güleç yüzlü, candan, minyon tipli biriyle karsılaştım. Kısa bir tanışmadan sonra yanından ayrıldım. İçimde farklı bir duygu oluştu. Beni ona çeken bir şeylerin olduğunu fark ettim. Sabırsızlıkla aksamı bekledim. Aksam ki buluşmamız daha da ilginçti. Konuşmaya baslar başlamaz dur dedim. „Biz tanışıyor muyuz?“ dedim. Hiç duraksamadan „evet“ dedi. „Ben Zınar’ım, Serhat’ım, Hayri’yim, Karasungur’um. Ben PKK’yim. Biz dogmadan tanışıyoruz“ dedi. „Hiç vakit kayıp etme hemen öz geçmişini yaz KNK üyeliği için müracaat et. Fazla vaktimiz yok. Sonra oturup beraber neler yapabiliriz. Onu tartışırız. İste ERDAL böyle bir kişilikti. Yaratıcı, çözümleyici, birleştirici, bütünleştirici, moral gücü, direnme ruhuydu. O PKK’ydi.“
Yine başka bir örneği vereyim. Kürt halkının Avrupa’da da dostları vardır. Ülkede gerilla da verilen eğitim biçimini incelemek için dağa gelen bir eğitimci profesör kadın vardı. Oldukça sıcak, sempatik biriydi. Yaşça bize göre büyüktü. Onu karşılamaya ben gönderilmiştim. PKK okuluna getirdim. Birçok yoldaşla eğitim üzerine tartışmaları oldu. Bir ara onu PKK okulunun geneliyle toplantı yapabileceğini söyledik. Kabul etti ve PKK okulumuzla bir toplantı yaptı. Esasta biraz gözlemlerini aktaracaktı ve tabii ki soruları da vardı. Tartışmanın bir anında okul öğrencileri Avrupa’da gelen öğretim üyesi kadın profesöre sorular sordular. Sorular derinleştikçe özele indi. Tartışmanın bir anında bir bayan yoldaş “PKK ile nasıl tanıştınız?” sorusunu sordu. Ortam sessizleşti. Herkese kadın dostun vereceğe cevaba kilitlendi. Kadın dost İngilizce konuşuyordu. Yanında oturan bir yoldaşımız vardı. Daha önceleri İngilizce öğretmenliği yapmıştı. Kadın dostun ses tonu değişti duygusallaştı. Yüz hatlarında rengi farklılaştı. Hüzünlendiği her halinde belliydi. Ancak anlattı. Örgütü, partiyi, önderliği nasıl öğrendiğini anlattı. Anlatırken ona tüm bunları öğretenin kim olduğu merakı herkesi sardı. Bir ara kafasını kaldırarak, gözleri dolu olarak tam okulun arka kısmında duran büyük boy resme baktı ve Erdal arkadaşın resmini göstererek “sizin çok sevdiğiniz, benim de çok sevdiğim ve saydığım Erdal arkadaş beni partiyle tanıştırdı” diye bildi. Gözleri doldu. Konuşma kesildi. Tercümeyi yapan arkadaşın ise Avrupa’da ilk karşılaştığı arkadaş Erdal’dı. Bunu biz bilmiyorduk. Birlikte çalışmışlar. Erdal’ı çok seven bir arkadaş. Tercüme ederken gözleri doluyor, ağlamalarını tutamıyor ve tercüme etmeden dışarıya kendini zor bela atı veriyor. Ve ortam bir anda korkunç derecede bir duygusallığa kapılmıştı.
Evet Erdal işte budur. Onunla bir gün de kalan onu bir daha unutamaz. Onunla anıları hep zirvede capcanlı yaşar. Başka da olamaz.
Evet Erdal yoldaşın 7. şahadet yıl dönümünü yaşıyoruz. Ve bugünleri yaşadıkça Erdalsız bir yaşamın ne kadar zor olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Erdallı yaşamak için ise Erdal gibi yaşamaktan da başka yol olmadığını her geçen gün daha iyi anlıyor ve ona karşı olan sevdamız saygımız daha da artıyor.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
15 Ağustos’un ilk kurşunu vahşetten öte zihniyetli düşmana vurulunca doğduğum köydeydim.
Dört yıl olmuştu köye gitmemiştim.
Köyümüz beni bir efsun gibi kendine çekiyordu.
Şehire alışmamıştım.
Şehirde iken de Amed’in dışına çıkar, pamuk tarlalarının içinde gezer, ağaçlı ve yeşillik yerlere atardım kendimi.
Yaşadığım başka yerlerde de öyle idim.
Batıda okurken de öyle idim.
Şehirden kaçar, köylerdeki bahçelere dalardık.
Bazen bahçelerden incir, bazan nar , bazende elma aşırırdık.
Bazen bahçe sahiplerine yakalanırdık.
Onlar bizi tehdit eder, bizde çocukluk halimizle diklenirdik onlara.
Biraz da isyancıydık. Bize ne dayatırlırsa tersini yapardık.
Başka bir şehirde iş yaparken, düşmanın yılan soğukluğundaki resmi kurumundan kaçar halk içine girerdim.
Nerdeyse her gece halktan birinin evinde yatardım.
Bu ruh halinde olan biri olarak 15 Ağustos Atılımı olunca, doğduğum köye amcamın ve akrabalarımın yanına gitmiştim.
Ben köydeyken İlk Kurşun, hem “vahşetten öte zihniyetli devşirilmiş bir ırkçılığa” hem de bu düşmanın devşirdiği Kürde vurulmuştu.
“Vahşetten öte zihniyetli devşirilmiş bir ırkçılık” diyorum. Devşirilmiş Türk ırkçılığını tanımlarken şunun için kullanıyorum.
En son Batman’ın Qubin ilçesinde, kimyasal silahlarla şehit düşürülen 5 arkadaşımızdan Şehit Laşer’in yiğit ve vakurlu annesi Naime anne, Türk vahşetini tanımlarken şöyle dedi.
Çocuğunun cenazesini görünce “bu vahşetten öte bir şeydir” tanımlamasını yaptı.
Benden bundan dolayı “vahşetten öte zihniyetli devşirilmiş bir ırkçılık” tanımını kullandım.
Çünkü anneler yüreğinin derinliğinde ne varsa onu seslendirirler. Çok engin ve derin sezgilerle konuşurlar. Söyledikleri hakikatin ta kendisidir.
Bundan dolayı bende diyorum ki, Büyük Komutan Egit’in komutasında tanımladığım zihniyetteki düşmana ilk kurşun atılanca söz konusu düşmanın gırgıreleri ne dediler?
“Üç beş çapulcudurlar.
72 saatte yok edeceğiz” dediler.
72 saatte yok olmadık.
Sonra “eşkıya” dediler.
Herkesle ilişkilendirdiler.
Sonra “ayrılıkçılar, bölücüler” dediler.
Babaları imparator ABD ile zihniyetini transfer ettikleri AB ile ikizleri olan İsrail’den akıl aldılar ve dediler ki “terörist”.
Dediler şu bu. Arap ve Fars ırkçısı despotik iktidardan da destek aldılar.
Ne ettiler ne yaptılar, yine de üç-beş çapulcu bitmedi.
HRK oldu ARGK, ARGK oldu HPG, dönüşüm üzerine dönüşüm sağlandı. Gerilla halklaştı. Halk gerillalaştı. Bugün Kürdistan’ın her yerinde ve ülke dışında Özgür ve Özerk Kürdistan’ın inşa sürecini Kürdistan halkı muhteşem bir şekilde kutluyor.
1 Haziran 2010’da, 4.Dönemi orta yoğunluklu bir aktif savunma direnişiyle başlatarak, 15 Ağustos’un diriliş devrimini, Özgür Kürdistan Devrimi’ne dönüştüren HPG gerillaları Egit’in izinde özgürlük devrimini taçlandırıyorlar.
Bundan sonra hiç bir güç, ne Kürdistan halkının ne de Kürdistan gerillasının özgürlük devrimindeki yürüyüşünün önünü alabilir.
Su yatağını bulmuştur. Yolumuz hakikat ve kutsallık yoludur.
Hakikat ve kutsallık yolunda, gelecek ve özgürlük bizimdir.
Toplum olarak özgürce varoluşumuz için canımızı ortaya koyduktan sonra tabi ki gelecekte, özgürlükte bizimdir.
İlk kurşundan bu mirası aldık, aldığımız mirası büyüttük ve şu anda özgürlük fedailerine dönüşen bir halk olduk, toplum olduk.
Bundan daha öteye ne söylenebilinir ki, “vahşetten öte bir şey” yapan bir düşmanın iradesini kıran ve ona diz çöktüren Kürdistan gerillası ve halkı için.
Bu halkın ve bu gerillanın bir üyesi olmaktan dolayı onurluyum.
Ve diyorum ki,
Yaşasın 15 Ağustos Diriliş Destanı!!
Ya Toplum Olarak Özgürlük Ya Hiç!!
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Biz Kürtlerde doğum günleri çok bilinmez. En azından daha yakın sürece kadar da bu böyleydi. Ve belki birçok yerde halen doğum günleri bilinmez. Ölümler ise sadece ve sadece atılan tarihlerle bilinir.
Ne zaman gelip ne zaman gittiğini bilmemek önemli bir eksikliktir. Tarihsizliktir. Bir şeylerden yoksunluktur. Biz Kürtlere geçmişte birilerinin devlet memuru keyfince tarihler takmıştır. Ya da takmamıştır. O bilinen meşhur 1. 1. ya da 1 Ocak doğum günü esasta Kürt halkına karşı uygulanan keyfi tutumdur. Ve bu tutum fevri bir davranış olmadığını bugünlerde daha iyi anlıyoruz. Meğer yapılanların tümü bilinçlice tarihsizleştirerek köklerinden koparma girişimiymiş.
Evet, eğer 15 ağustos büyük direniş ve diriliş bayramının anlamını öğrenmek istiyorsak tek bir kelime ile doğum tarihini yazmaktır. Yazdırmaktır. Kimileri için onların belleklerine kazıtmaktır. Bu kimilerinin sömürgeci statükocu güçler olduğu da açıktır.
Evet, 15 Ağustoslu günleri yaşıyoruz. Gerilla olarak bu günün anlamı bizim için daha da can alıcı. Bizi var eden, yaşama kavuşturan, kinlerimize, öfkelerimize, isyanlarımıza, arayışlarımıza, başkaldırılarımıza ve de içe dönmelerimizi aşarak kendimiz olmaya götüren günün adıdır 15 Ağustos. Buna zemin sunan, şans veren günün de adıdır. Öyle sanıldığı gibi sadece askeri bir eylemlilik değildir.
Evet, 15 Ağustos tüm çılgınlıklarımıza, taşkınlıklarımıza, boyun eğmelere karşı geliştirdiğimiz haykırışlarımıza, sıradanlaşma dayatmalarına duyduğumuz tepkinin, hırsın da yaşam bulmasının yolunu açan gündür. Öyle herkes gibi olmamızı bekleyen sömürgeci kültüre, siyaset oyunlarına, köle tutsak yaşam arayışlarına karşı da kendimiz olabilmemiz için verilen fırsatın adıdır.
Evet, 15 ağustos her Kürt genci için bir milat.
Hele hele gökyüzünde kanat çırparak özgürleşmek isteyecek her insan için bir kapı.
Özgürlük ve adalet arayışları güçlü olanlara bir yol.
Kimlik sahibi olmak isteyenlere bir silah.
Sıra dışılığı kabul etmeyenlere kanat.
Tüm dünyayla boy ölçüşmek isteyenlere bir şans.
Kanatlanarak yürümek ve uçmak isteyenlere ise bunun yolunu çizen ve gösteren bir gündür.
Ve biz biliyoruz ki kimileri bu güne “İlk Kurşun” dedi. Ve bu İlk Kurşun’un öncelikli olarak kimliksizliğe, zayıflığa, renksizliğe, köleliğe, tarihsizliğe sıkıldığını da biz ekleyelim.
Evet, İlk Kurşun biraz da doğum günü sahibi olmak için atılan bir kurşun. Biraz da tarihine kavuşmak için atılan bir kurşun. Biraz da tarihsizliğe sıkılan bir kurşun.
Evet, 15 ağustos diriliş bayramı bunun için kutsanması gereken bir gündür. İnsanı tarihleştirerek ölümsüzleştiren bir günün ancak ve ancak kutsanacağı açıktır. Dünyanın neresine gidersek gidelim yaratım günleri görkemli anılır. Görkemli kutlanır ve görkemli kutsanır.
Halkların tarihlerine bir bakalım. Destanlarına bir bakalım. Halkları ölümsüzleştirme anları her zaman görkemli edebiyatlarla ebedileştirilirler. Ölümsüz kılınırlar. Ölümsüz kılınmaların da ötesinde böylesine günler insanların belleklerine unutulmamaları için kazıtılırlar.
Ve biz Kürtler ve Ortadoğu halkları için 15 Ağustos direniş ve diriliş günü biraz da ölümsüzleştirme anlarıdır. Tarihle buluşturma anlarıdır. Tarihle buluşma anlarıdır.
Ve yeni bir 15 Ağustos diriliş bayramını kutlarken tarihle buluştuğumuzu, yaşarken tarihleştiğimizi, tarihin bir öznesi olduğumuzu bilerekten kendi doğum günümüze kavuştuğumuzu ve bundan böyle de her zaman kendi tarihimizle yaşayacağımızın sevinciyle karşılıyoruz.
Doğum günümüz, günlerimiz kutlu olsun.
Bir yoldaşımızı yazdığı gibi:
Sevdalanmıştık gökyüzünün parlak maviliğine
Yıldızlara coşarak ay ışığıyla şarkı söyleyip
Dans ederdik el ele, kol kola ve
Omuz omuzaydık hepimiz
Hepimiz sevdalıydık
Bereketli toprağa ve
Biz ateşin çocuklarıydık
Bakire topraklarda
Her birimiz ateşle yıkanıp
Dans ederdik maviliklerin içinde
Ateşin etrafında bir halka olurduk
Ayaklarımız toprağa değdiğinde
İçimiz umut dolardı
Uzun saçlarımız ta belimize inerdi
Açıp savururduk rüzgarların görkemliliğine
Ve biz büyük bir coşkuyla dans ederdik
Uçarcasına sevdalıydık parlak güneşe
Yüzümüz güneşe dönük
Güneşe doğru koştuk
Çünkü biz güneşin çocuklarıydık
Kasım Engin
- Ayrıntılar