Özgür birey ve toplum kesimlerine dil, din, ırk, ulus, etnik farklılıkları ne olursa olsun hepsine düşünce, inanç ve kültür değerlerini özgürce yaşama hakkı tanınmalıdır. Sayıları ve varlık durumları burada söz konusu olmayan, ancak burada geçerli olacak ilke eşitliktir.
Geçmişte yapılan en temel hata, bu temel kategoriler arasında zorlayıcılıkla birini diğeri aleyhine kullanmak olmuştur. Bu tutum baskı, totaliter ve faşist rejimin özüdür. Ne ulusal ne sınıfsal çıkarları adına özgür ve eşit uygulanması gereken düşünce, inanç ve kültürel yaşam farklılıklarına fazla müdahale edilemez. Edilirse daha başlangıcında demokratik uzlaşmaya temel darbe indirmiş olunur. Burada azı-çoğu, gereklisi-gereksizi tartışılamaz, ilke söz konusudur. Bunda demokratik rekabet en iyi işleyebilecek durumdadır. Özgürlük ve onunla birlikte eşitlik, adil rekabetin de özüdür. Bunu da tüm özgür birey ve oluşturdukları her tür topluluğa tanımak gerekir. Demokratik sistemin bu özde kuruluşu, anayasa ve yasaların ruhuna işlendi mi demokratik toplumun büyük yaratıcı gücü ortaya çıkacaktır. Düşünce, inanç ve kültür farklılıklarının yasal güvenceyle rekabete açılması halinde müthiş bir toplumsal zenginlik olacağı görülecektir. Burada yararlı, değerli olan her şey anlamını bulacak, toplumdan alıp fazlasıyla vermesini bilecektir. Değersiz ve zararlı olan da hak ettiği yeri bulmaktan kurtulamayacaktır. Burada her şey bilinçli ve yasaların güvencesinde olduğundan ne devletin babalığına ne dinlerin ilahına sığınılmayacaktır. Para ve güce de dayanılamayacaktır. Burada hukuk gerçek kaynağını teşkil edecek ve en adil dağıtacaktır.
Demokratik anayasa ve yasaların bu eşsiz gücü bir toplumun temel gücü ve kıvancıdır. Zorbalara ve kurnazlara yer olmadığı gibi, haksızlığın güç mihraklarına da yer yoktur. İster sınıfsal, ulusal; ister dini, etnik baskılara da yer yoktur. Her şey ve herkes kardeşçe, adilce paylaşır ve yaşar: "Tek bir ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşçesine!"
Ben böyle bir Türkiye'de doğmadım. Uzun yıllar neden şehirli bir Türk gibi doğmadığıma da pişmanlık duyardım. Bu tehlikeli bir anti-demokratizmin saçtığı bir zehirdi. İçinde her tür isyan tohumunu da barındırıyordu. İnsanlar kimden nasıl doğarlarsa doğsunlar, buna pişman edilmemeliler. Bir düzen buna yol açmışsa en büyük suçlu o düzendir. Çünkü sürekli isyancıyı; o da acıyı, ölümü doğurur. Onun için büyük bir isyanın sonunda bellediğim temel ders; isyanlara yol açmayacak bir düzendi. Bunu çağımızın en değerli nesnesi veya anlamı olarak demokratik sistem ölçülerinde yakaladım. Bir isyanın, tüm isyanların ister zaferi ister yenilgisi, hiçbir demokratik eylemin yerini tutamaz. Sınırlı bir demokratik çözüm imkânı en başarılı isyana tercih edilmek kadar; en yetersiz bir demokratik düzen de en oturmuş otoriter düzenlere tercih edilmelidir. Mücadele bunu öğretti. Herkese öğretiyor. Tüm kurumlara ve devlete de öğretiyor. Adına yargılandığım Cumhurbaşkanı'nın deyişiyle "bu en son Kürt isyanı" aslında demokrasinin sınırlı gereklerine bile yanıt veremeyen Türkiye düzenine bir isyandır. Çok acımasız ve kayıplara yol açmadan bahsediyor. Hayvanlara bile uygulanmayacak, belki tarihte de örneği görülmeyen -çünkü Ezop'un da bir köle dili vardı, utanmadan konuşuyordu- sınırsız baskının sembolü dil yasağını, tüm yasal sistemin özüne içireceksin ve vatandaştan kalkıp düzene uymayı bekleyeceksin. Bu büyük bir anormalliktir. Bu Kürt isyanının anormalliği de bu nedenledir. İki anormalliği aşmaktan başka çaremiz yoktur. Ne kendini ne eğitimsizlikten ötürü Türkü, Arabı, Acemi yaşayabilen bir Kürt; büyük bir problem kaynağıdır. Ölüp öldürmesi de hiç çare olmuyor. Bu bir insanlık trajedisidir. Ben cumhuriyetin Kürt karşıtı olduğuna inanmıyorum. Cumhuriyet belki de bir Türk'ten daha çok Kürt için bir nimettir. Bunu çok iyi bildikleri için kendi egemenleri Türkçe eğitilmesini de engellemiş, istememişlerdir. Katmerli geriliğe mahkûmiyet çıkarlarına daha uygun olmuştur. Bu Kürdün, Türkçe veya başka bir dil öğrenmesi zenginliktir. Özgür birey olarak cumhuriyetin vatandaşı olması bir onurdur. Bunlar tartışılmıyor. Tersine bu zenginliğin sistemi demokrasisi, anayasası niye kurulmadı deniliyor. Bunlar olsaydı PKK olur muydu? İsyan olur muydu? Apo olur muydu?
En büyük yoldaşım özgürlük tutkusudur.
Mâni ve İsa kişiliği ile benzerlikler kurulmalı, ama kendime özgü yanlarım da var. Mâni, "Resme bakın, her şeyi anlarsınız; bir duruma bakın, her şeyi anlarsınız" der. Benim de bir an'ıma bakarsanız, her şey yeterince anlaşılır. Yaşamıma, bir özgürlük an'ıma bakın, her şeyi anlarsınız. Ölmem ya da kalmam sorun değil. "Böyle bir kişilik yaşadı" demeniz en doğrusu olur. Anama hiçbir şey vermedim. Bir ara benden birkaç metre bez istemişti, almadım. Ama önemli değil. Ona büyük bir saygı ve sevgi duyuyorum. Önemli olan insanlık için bir şeyler yapmaktır. Kendim ucuz yaşamak istemem, ucuz yaşamak alçaklıktır. Her türlü ölüme hazırım demek bana fazla ucuz geliyor. Yaşamayı da fazla anlamlı bulmuyorum. Koskoca sınırsız gelecek bir anda gizlidir. Koskoca bir yaşam ve o anı yaşadım. Bu anı okudum, kimseye teslim etmedim, kimseye ihanet ettirmedim. Ölüm de gelse, infaz da gelse umurumda değil. İdam, infaz beni korkutmuyor. Barış için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Barış için yaşamak bana daha doğru geldi. Barış için, kardeşlik için konuştum. Kaba bir direnme anlamlı değil. Bu, teslimiyet değildir. İdam edilsem de "Türk düşmanlığı yapın" demem. Bu, taktik değil. Halk için mücadele ediyorum. Mücadelede bir eksiklik vardı. Parti çok aşırı bir uca kaymış. Savaş zarar veriyor, sağa kayıyordu. Savaşın durdurulmasını istememin kendimi kurtarmamla alakası yok. PKK içerisinde de eksiklikler oldu. "Her gün öl ve öldür" yerine, "kendin yaşa ve yaşat" ilkesi bana daha doğru geldi. Buna dönüş yapın. Ölüme gitsem de bu ilke eksikti. Bir eksiklik giderildi. İnfaza da yaşamaya da hazırım. Her iki tarafı da sürekli zora sokan durumu aşacağıma inanıyorum. Attığım adımla her iki tarafı da zor durumdan kurtardığımı düşünüyorum. Cumhuriyetin demokratikleşmesi önemli. Ölsem de bir şeyler yaptım. Ölüme karşı da yaşama karşı da hazırım. Korktuğumdan değil, doğru bulduğumuzdan bunu yaptık. Kimin ne dediği önemli değil. Artık aydınlık, özgürlük başlayabilir. Bunun için yaşamam gerekiyor.
21 Ekim 1999
İMRALI
ABDULLAH ÖCALAN