PKK tarihinde, şahadet değerlendirmemizde gerek dönemlere göre ve gerekse de kişiliklerin özgünlüğüne anlam vermeye çalışırken, bugün; en az O'nu yaşayanlar kadar bir irade, düşünce yoğunluğu olduğunu, öyle anlaşılması gerektiğini; bu konuda unutkanlık, gaflet gibi durumların asla kabul göremeyeceğini, asıl yaşayan değerlerin bu kişiliklerin şahsında temsil edildiğini, manevi komutası altında işlerin ağırlıklı olarak yürütüldüğünü vurgulamaya çalıştık. Eylemimizin en az sesli, itici nedenlerinden birisi bu olduğu kadar, moral değerinin de ağırlıklı bu olduğu, esas alındığı kesinlikle bilinmek ve ona göre yaşayanların yaşamı ve savaşı düzenlemeleri tutarlılık gereği, dürüstlük gereği verilen söz kadar esastır. Şahadet çizgisine ters düşmüşse, onun gereklerine, tüm anlam ve önemlerine göre bir yaklaşım içinde değilse, onun fazla iflah olmayacağını, layık olmayacağını, başaramayacağını da belirtmek gerekir.
Şahadetlerin çizgisinde yürümesini bilmeyenlerin eylemleri, zaferleri fazla anlamlı olamaz ve hatta tehlike içerir. Şahadet en ağır konulardan birisidir, şahadetin yükünü kaldırmak en ağır yüklerden birisidir. Şahadetin gereklerine göre yaşayabilmek, yaşamların en zorudur.
Halen hatırlarım; Haki Karer'in şahadetinin yakıcılığının o ilk yılında tüm sorun buna anlam verebilmek ve gerekeni yapmak idi. Manevi etkisi altında nasıl kalkabiliriz diye gecemizi gündüzümüze katıyorduk. Yanılsaydık, gereklerinden uzak düşmüş olsaydık, ortada PKK diye bir gelişme olamazdı. Bu anlamda en zayıf olduğumuz bir dönemde ve hatta Haki'nin katledilmesiyle, o oldukça zayıf şekillenişin şekillenemeyeceği, belli olmayan gruplaşmamızın tamamen dağılacağını düşünen düşmana, bu şahadet dolayısıyla yaşadığımız yoğunlaşma, gereklerine ulaşma, mümkünse eyleme geçirme denilebilir ki, en büyük işlerimizdendi ve asıl PKK'yi de yaratan bu yaklaşımdı. Onun anısına bağlılığın en tipik bir ifadesi olarak partileşme kararı, program taslağı ve ilk yılının bunun hazırlıklarıyla geçmesi ve hatta resmen partinin ilanına gidişimiz, şahadet gerçeğinin doğru değerlendirilmesi halinde neye yol açacağının da en büyük göstergelerinden birisidir.
Düşman onda dağılmayı beklerken, biz onda en büyük tarihi adımlardan birisini gerçekleştirdik. Eminim ki Haki'nin şahadeti olmasaydı biz belki PKK'lileşemezdik, o kararı veremezdik. Tarihin seyri böylece değişti. Buna benzer önemli şahadetlere hep anlam vermeye çalıştım. Bir Mazlum'ların şahadetini ülkeye kesin inançlı ve başarılı yürüyüşün emredici ifadesi olarak değerlendirdik:
Giriş kati olacak, sonuna kadar gerekenler yapılacak! Ve bilindiği üzere 15 Ağustos Atılımının bununla da bağlantısı vardır. Diyarbakır zindanlarındaki baskılar ve ona karşı şahadetler olmasaydı belki de biz bu çarpıcılıkta ülkeye yönelemezdik. Yöneliş bu kadar kati olamazdı. Başlı başına bu da tarihin seyrini değiştirdi ve en ciddi tarihi adımlardan birisi olduğu kadar en büyük eyleme de bu temelde ulaşıldı. Yine bir Mahsum Korkmaz(Agit) arkadaşın şahadetinde, gerillanın zayıflığı ve tasfiye tehlikesi vardı ve bu amaçlanmış-tı. Ülkede kalıcı bir gerilla gücü olup olmamanın bir anı idi. Nitekim ardılları da dahil, bizzat bu pratikte yer alanlar da dahil kendilerini iflasın içine iterken umudu da, pratiğe de anlamsız kılarken, bizim zor da olsa buna cevap vermemiz yani gerillanın daha kalıcılaşması ve kendilerini en azından bölükler düzeyinde yürütmesi, verilmesi gereken bir cevaptı. Ve de böyle seçildikten sonra kararlı çalışmaya yol açtı Sonuçta ‘87'nin yaratılması, yeni bir tarihi sürecin başlayacağı, gerillanın söküleceği, Kürdistan'ın eylemsiz, silahsız kalamayacağı kesinleştirildi. Bu da aslında Agit'in şahadetinden beklenen tamamen bir çözülüştü ve gerillanın tasfiyesiydi. Tıpkı Mazlum'un şahadetinde olduğu gibi, Diyarbakır Zindanı'nın çözülüşü, teslimiyetiydi. Ama bunlara karşı zamanında ve yerinde verilen karşılıklar, tarihin seyrini çarpıcı bir biçimde değiştirebildi.
Demek ki şu ortaya çıkıyor; şahadetlere doğru anlam vermek ve en önemlisi de ne kadar zor da olsa kat be kat eylemi geliştererek cevap olabilmek en doğrusudur.
Ve başka türlü şahadetlerin gereklerine ulaşılamaz.
Buna benzer şüphesiz etkileyici binlerce şahadet olayı vardır. Ne kadarına layık olundu? Özellikle kendi görev anlayışımız neydi, onların en yakın yoldaşları olarak nasıl cevap olunabildi? Kendinizi sorgulamanız gereken bir husustur bu. Ben kendi eylemimde ana hatlarıyla şahadetlere bağlı kalmayı dönemsel olarak ve özgünlükleri olanlara daha özgü biçtiğim değerler halinde yürüye-rek, sonuçta halkın da kabul edebileceği, şehitlerin ruhunun da rahatlıkla kabul edebileceği bir konuma ulaşıldı. Bunu şüphesiz kendiniz için kişiselleştirmeniz gerekiyor. "Biz ne kadarına anlam verebildik, nasıl cevap olabilmeliydik", sizin en önemli işlerinizden birisidir. Kesinlikle ve şiddetle kendinizi sorgulamalısınız ve yapılmayanı yapmanız gerekir. Şahadetlere karşı görevlerinizin farkında olduğunuzu -tabii bunu art niyetlilik anlamında, dürüst değilsiniz biçiminde söylemiyorum- kendi kişiliğini katlayarak, onların kayıplarını kendi kişiliğinde kat be kat yeniden üreterek ve buna kesinlikle kısa bir süre içinde başarıya dönüştürerek karşılık verirseniz, şehitlerin anısından bir şeyler anlıyorsunuz demektir. Aksi halde fazla değerli olacağınız düşünülemez. Bu bir ilke meselesidir. Yaşama hükmedilmesi gereken an be an yaşamsal sorundur. İkide bir hatırlama meselesi değildir. Bugün birinci yıldönümünde Zilan şahadetinde, çok şeyler söylenebilinir. Genelde gerilla üzerinde, özelde kadın ordulaşması üzerinde eyleminin etkileri oldukça ortaya konulabilinir. Yine Dersim özgülünde olup bitenler üzerindeki anlamı dile getirebilinir. İdeolojik, siyasi, askeri boyutlar da rahatlıkla dile getirilebilinir.
Ben bu hususlarda oldukça alışageldik bir değerlendirmeyi yapmayı fazla anlamlı bulmuyorum. Gerektikçe zaten yapılıyor ve yapılmalıdır da. Dersim'de örneğin bu eleştirilen kişilik bizzat mektubunda, "küçük burjuva bilmem kemalist etkiler deyip duruyorsunuz, yakışmaz, bu şeyleri niye ısrarla yaşıyorsunuz, yaşatıyorsunuz" derken aslında bir yıl geçmeden o verdikleri kayıplarla kendini ortaya koyuyor. Eminim ki yani bu eleştirilerden bazı sonuçlar çıkarılsaydı, bu büyüklüğe cevap olabilen bir gerilla sergilenseydi, Dersim düşmanın en çok korktuğu ve asla sonuç alamayacağı, belki de Güney'den daha fazla etkili bir Kuzey direniş kalesi olacağı açıktı. Ama, o kişilik kendine layık gördüğü yaşam fazla yaratıcı olmayan, derinliği yakalamayan, tedbiri geliştiremeyen aslında nasıl savaştığı, nasıl yaşamak istediği de fazla kestirilemeyen, nereden bakılırsa bakılsın, çeşitli yönleriyle zaafları olan bu kişiliğin savaşa yansıması, düşmanın bir ağır operasyonunu önceden görememek kadar ona etkili bir savaşla karşılık verme gücü ortaya çıkaramaması en önemli kayıp nedenidir ve Zilan kişiliğinde aslında buna cevap verilmişti.
Kendi başına örgütlenmesi, planlaması, eylemini başarıyla ortaya koyması hepsi için uyarıcı olabilirdi ve eminim ki bir kişinin kendi düzeyinde sağladığı bu gelişmeyi onlar kendi kişiliklerinde sağlamış olsalardı; düşmanın bu sahaya böyle rahat girmesi, sonuç alması asla mümkün olmazdı. Demek ki şehitlerin anısına layık olunamamıştır. O kadar kızlar, erkekler vardı; hepsi kendi kendilerini adeta tüketirken demek ki önemli yanlışlıklar yapmışlardır. En azından kendilerini örgütleyememişlerdir. Yaşama ve savaşa verdikleri anlamlar dar olmuştur. Düşmanı esas alan bir yaşam tarzına girememişlerdir. O yaşamın savunulması için kendilerini örgütleyip, her an kendini savaşta patlayan dinamit deposu haline kendilerini getirememişlerdir. Kayıpları da budur. Aslında Dersim'de gösterilmesi gereken kişilik Zilan kişiliğidir. Ayakta kalacak olan, yaşayacak olan da buydu. Bu ülke geneli içinde söylenebilir ki; biz bunu vurgulamıştık, bu ciddi bir işarettir dedik. Gerilla zor bir sürece girmiştir, düşman oldukça derli-toplu geliyor. Eğer ayakta kalmak istiyorsanız kendinizi şiddetlendirmeniz lazım ve hatta her gerilla kendini Zilan kişiliğinde bir sembol haline getirip böyle bir anda değil, sürekli patlatacak bir bomba halinde yürüyebilmelidir. Kürdistan üzerindeki bu büyük belanın, bu büyük afetin kaldırılması gerilla kişiliğinin bu düzeye gelmesiyle mümkündür. Bu çok açıktır bizim için, ama Kuzey'den Güney'e doğru gelişlere baktığımızda, kayıplara özellikle sığ geçildi, anlamı derinliğe kazılmadı ve hatta partinin bazı savaş değerleri üzerinde ucuz bir yaşam tutturuldu. Yaratıcılık, katı bir direniş kişiliği ortaya konulmadı. Sonuç; en anlamsız kayıplar! Hele bu yılda bunun böyle olması bizi çok öfkelendirdi. Bu da neyle ilgili? Duyarlılıklarınız zayıf, olup bitenleri anlama; ne şahadetlerin gerçeğinde, ne düşmanın yönelimlerinde fazla sökemiyorsunuz. Tam tersine büzülüyorsunuz, anlamsızlaştırılıyor ve sonuçta darbe yeniliyor. Halbuki bu eylem düşmanı çok korkutmuştu ve her gerilla da rahatlıkla bu sürece girmişti. Karar vardı, uygulama da sağlanabilirdi. Saflarımızda yaygın gözüken bir durum; birisi çok iyi yapmışsa diğerlerinin ona dayanarak ucuz yaşaması bir kez daha etkili oluyor ve böylece de gafilin kaybı ortaya çıkıyor. Kim ne derse desin bu yılı gerillada da çok daha büyük kazanmak kesinlikle mümkündür. Bir anlam verilebilseydi, gereklerine vicdanen kendini yatırmış olsaydı, bu büyük bir gelişme anlamına gelecekti. Diğer boyutlarda da böyledir. İdeolojik boyut; özellikle moral, cesaret olayında, kesinlikle, herkesi de kat be kat büyütecek bir anlama sahipti. Çağrı da bilindiği üzere büyük yaşam tutkusu, cesaret çok nettir. Bunun büyük bir şans olarak da görülmesi gerektiği vurgulanıyor. Ama bir çoğu kişiliğinde maalesef bu düzeyi yakalayamadı. İdeolojik moral düzeyinin savaşta ne kadar belirleyici olabileceğini anlayamadı, gerekeni yapamadı ve kayıpların en önemli bir nedeni de bu oldu. Tedbir almasaydık belki de bunu çok kötü bir yenilgiye kadar da götürebilirdi.
Ufuk olmuştur; insanımızın beynini, yüreğini açmıştır, bencilliği yıkmıştır. İdeolojik etkileri böyle çok çarpıcıdır, ulusal düzeydedir. Siyasi olarak da güçlü olmanın nasıl olduğunu ortaya koymuştur. Küçük amaçlar için yaşamamak, büyük amaçlar için yaşamanın nasıl olduğunu kanıtlamıştır.
Örgütsel anlamda da iki de bir örgüt bozgunculuğunun anlamlı olmadığı, değerli bir yoldaş olmanın örneği sergilenmiştir. Son derece yapıcı, örgütlü bir kişiliğin nasıl olması gerektiğini çarpıcı olarak ortaya konmuştuk. Bütün bunlar tabi ki partililere bir mektup biçiminde sunuldu. Çağrıydı! Etkisi hiç olmadı demiyorum, ama oldukça sınırlı bırakıldığı, genelde şahadet çizgisine yaklaşımın duyarlı olmadığı, sonuçta çok büyük bir gelişmeye neden olabilirken bunun geçiştirilmesi yaşandı. Tabii bizim her zaman şahadetlere karşı aldığımız tedbirleri genelde aldığımız için anlamını yitirtmedik. Bu şahadetin temelinde bütün şahadetlere yüksek değer biçtik. Çok şiddetli bir yoğunlaşmayı esas aldık. Örgüt içi savaşımımız çok yoğundu, çok kesindi. Hiçbir yenilgiye fırsat vermeyecek kadar biz kendimize anlam vermiştik. Herkes gitse de, biz kalışımızla, kesin yenilgiye geçit vermeyeceğiz ve bugün bu gerçekleştirilmiştir. Bugün, düşmanın Kuzey'den başlatıp tarihin bu en büyük operasyonlarını Güney'de tamamlamak istediği çok net. Bu da büyük taaruzdu. Belki de, Türk kurtuluş savaşının ve hatta Osmanlıların son ikiyüz yılındaki en büyük operasyonlarındandı. Özellikle Kürdistan'ın son iki yüzyılda düzenlenen sefelerin en kapsamlısıydı. Belki de tarihte böyle seferleri İskender, Romalılar, Persler bilmem İslam orduları veya Cengiz Han, Timur orduları düzenlemiştir. Biz bunları bir tarafa bırakalım, son ikiyüz yılın Kürdistan seferlerinin içinde bu yılın operasyonları en büyüğüdür. Ve Dersim'den başlatılması da bence anlamlıdır. Çünkü "Zilan" şahadetinde genelkurmay sarsılmıştı ve bunun intikamını almak için oranın üzerine korkunç yöneldi. Türk askeri literatüründe böyle anlamlar vardır, bu da kendine göre intikam veya imha süreçlerini düzenlemedi. İşte tüm partiye bunu ödetmek için Güney'e kadar böyle büyük bir çapul seferi düzenlendi.
Açık söyleyeyim; yani hepinizin pratiğine baktığımda, tedbirleriniz bunları aşmaya yeterli değildir. Dersim gerillamıza bakalım, cevap vermeyi beceremedi. Güney'e kadar bütün alanlarımıza bakalım, yıl için etkili bir karşı koyuşu planlayıp, hayata geçiremedi. Güney'de bile esasta buradaki savaş duruşumuz olmasaydı belki de ardına kadar bir yenilginin kapısına açık bir yönetim yoğunca yaşanıyordu. Ama dediğim gibi, bizim çok katı kararlılık ve hazırlık düzeyimiz, bütün alanlarda bir gerileme olsa da, sonuçta bizde duracaktır. Nitekim operasyon durdurulmuştur. Durdurulmasından da öteye çok ağır ve son sefer olma konumuna da indirgenmiştir ve aynı zamanda işbirlikçiler içinde bir son ihanet seferine dönüştürülmüştür. Bu da bizim savaş tarzımızın bir ifadesidir. İster yaşayın ister ölün, ister kaybedin, ister kazandırın, ne olursanız olun. Önderlik gerçeğinde verilen söz önemlidir ve söze kati bağlılık vardır. Bunu da öyle sizin söylediğiniz gibi değil, günlük-anlık pratik hazırlıklarıyla, kendini kanıtlar. Böyle bir tarzı var. Ve çok açık ortaya çıkmıştır. Bana göre, bu operasyonlar bir anlamda "yenilgimizdir." Zihniyet olarak, ideolojik, siyasal, örgütsel düzeydeki güçlenme olarak aslında fazla başkaldırı, başarma noktanız yakalanmamıştır. Biraz daha değerlendirmeleri yoğunlaştırın, göreceksiniz ki, sizlere kalsa, ne kadar savaşsanız da yenilgi bir yerde kaçınılmaz oluyor. Bunun "Zilan" kişiliğiyle bağlantısı nedir? Bu eyleme kalkan bir kişilikten anlam çıkarılsa, bir yıl ona göre şiddetle değerlendirilse yenilgi olmayacak. Neydi o?
Şiddetle kendini bomba olarak patlatırken, sen onu düşüncede şiddetlendireceksin, politikada, örgütlenmede, bizzat askeri yoğunlaşmada aynı şiddeti göstereceksin ki yenilmeyesin. O, bunun işaretiydi! O, bunun çağrısıydı. O, bunun gerçeğiydi. Ya böyle savaşçı bir kişiliğe ulaşırsınız ya yenileceksiniz!
Bugünkü gerçekleştirilen eylem Dersim için olduğu kadar, bütün ülke için, halk için "ya böyle kendinizi bombalar halinde patlatırsınız- her anlamda bomba- ya da yenilgi kaçınılmazdır." Bu çok önemli ve bu anlamda değeri büyüktür diyorum. Ben anladım. Kendi kendi payıma bazı sonuçlar çıkardım. Çok zorda olsa dedim, gereken cevabı vermeye çalışırız. Ve bunu da öyle ağlayarak, sızlayarak bilmem imkanlarla oynayarak değil, bilindiği üzere kendi tarzımızdaki derinliği, çok yönlülüğü, yaratıcılığı eksik etmeden kazanımlar kadar, yeni kazanımları da buna ilave ederek cevap vereceğiz. Bizim için artık önüne geçilemez bir emirdir ve başarı yürüyüşü gerekirse zafere kadar sürdürülecektir. Evet, kendi payıma diyorum ki; biz de böyle bir yılı değerlendirdiğimizde ciddi bir yetmezliği kendi payımıza göstermedik ve tehlikeli bir başarısızlığa neden olmadık. Başarı içinde günlük pratik olarak hemen herşey vardır. İşte bu doğru kaşılık verme oluyor. Siz acaba böyle karşılık verme gücüne ulaşabilir misiniz? Kendinizi sorgulama, buna göre yaratma yiğitliğidir artık. Onun gücünü göstermedir. Sizin kişiliğinizi ölçülendirecektir. Kim olup olmadığınız, ne kadar yapıp yapmayacağınızı ortaya koyacaktır. Ve önderlik kendi payına düşeni yaptı diye düşünüyorum. Ama tabii bütün partililer yapmalıydı. Çünkü çağrı onlaraydı, hatta halka da çağrı vardı. İnsanlığa hatta vardı. Kısmen cevap olunabilirdi, bundan sonra cevap olunabilinir. Birinci yılında yapamadıysanız, ikinci yılında yapabilirsiniz. Bağlılık gücünüz varsa hatta tüm ömrünüzde bunun tedbirlerini alabilirsiniz. Dediğim gibi tüm şahadetlerden sonuç çıkarabiliyorsanız, bunun yolu ardına kadar hepiniz için açıktır. Umarım ihmal etmezsiniz, gafilce böyle alışageldiğiniz sığlıkla bu şahadetleri geçiştirmezsiniz. Mutlaka kendinizi katlayarak bir cevabı vereceksiniz. Vermedikçe fazla yüzünüzün ağaramayacağı açık. Yaşamı kazanamayacağınız yine o denli açıktır. Şehitlerini unutan, onlara gereken anlamı veremeyenler, lafta geçiştirenler fazla iflah olamazlar.
Parti Önderliği
Haziran 1997
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 28 Haziran günü Erzurum’un Karayazi ilçesine bağlı Karaağaç (Heştrengê), Kalo, Golê köyleri ile Radarê Karayazi alanlarına yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
Bir Kürdistan şafağında daha bir ayın sonunu bir başka ayın eşiğine devrederken anlıyoruz ki ülkemizde bir tek haziran değil, bütün aylar şehit kokar Haziran,o ayların en nazenin olanından.Zira o, Zilan’dan iz alan, Zilan’ın sevgi yasasından doğan, bütün yaşamsal damarlarımıza fedailik çağrısı taşıyan ve Zilan karakteri çığlık olan…
Bir otuz haziranı daha karşılarken Zilan yoldaşın tanrıça görkeminde yarattığı tarihsel pencereden bakıyor, ateşin orta yerinde geçen 16 yıllık mirası kana kana içiyoruz. Kadın özünü tanımaktan aciz bütün yargıları yerle bir eden, bizi kadınca zamanlara taşıyandır Heval ZİLAN. 16 sene önce Munzur’un akışıyla gelen, Dersim’de Besé’nin öyküsünü destana taşıyan, Filistin’deki Sena Em Heydeli’den pay alan bir kahramandan bahsediyoruz. Sadece kendi ülkesine değil, bütün Ortadoğu’daki hakikat algısını dillendiren o güzel kadından, halkların çiçeği olan o insandan bahsediyoruz.
Bu anlamda heval Zilan, bütün zaman ve mekanları aşan, yaşadığı anla tarih olandır. Hiç eskimeyen, silinmeyen, istense de unutulamayan, bir ilk’e imza atan ve hep öyle kalandır. Herkesin derin uykularda olduğu zamanlarda, düşleri gerçeğe taşırmayı bilendir. Ülkesinin çocuklarına bir masal olmayı başarandır. Kadınlık dünyasındaki kâbuslardan uyandırıp özgürlük hayalleri peşinde koşturandır. Bu sebeple eskimeyen, bugünümüzün en diri, en canlı çağrısıdır. Bu tanrıça zılgıtı olan fedai, bütün tanrıların sahte tarihine baş kaldırandır. O sadece bir eylem kahramanı değil, komploya karşı kalkandır. Önderliğe gerçek yoldaş olandır. Duyargalarını yitirmiş bu çağın orta yerinde kadın ruhsallığıdır. Ülkemizin ve bütün insanlığın hakikat avcısı olan Önderliğimize hiçbir kötülüğün yaklaşmasına izin vermeyen ve hepimizin içindeki rüyayı temsil edendir. O, hepimiz için Önderliğe dokunabilendir. Damıtılmış güzellikten sadakatiyle önderliğin yüreğine damlayabilendir.
Bugün yüzümüzü döndüğümüz Kabe olan şehitlerimizi anarken, bütün mevsimleri onların gözünde görüyoruz. Her aya nakşettikleri simalarında geleceği görüyoruz. Şubat’ta baştan ayağa Viyan oluyoruz. Mart’ta Zekiye’den selam alıp Sema’larda yüceliyoruz. Mayısın ılıman yüzünde Haki ile başlayıp bir şehit ırmağına dönüşüyoruz. Zilan’la haziranlaşıyor, hasat vakitlerinin eylül ve ekiminde Ruken ve Çiçek oluyoruz ülkemize. Uçurumların uğultusunda Beritan, Sivas sınırlarında Bermal oluyoruz. Ve biliyoruz ki, bu coğrafyada özgürlüğün kanatlarına dokunabilmek için her saati, her günü, her ayı, her yılı destanlaştırmadan, Zilan rengiyle aynadan bakmadan gerçek yüzümüzü göremeyeceğiz. Bu anlamda belki de bugün anı anına bu ruhu yaşamak, halkımızı ve Önderliğimizi korumanın yegâne yoludur. Çünkü şehitlerimiz ve bir inanca dönüşen Zilan yoldaşımız sadece geçmişimiz değil, bugün ve geleceğimizdir. Kişiliğinde fırtınalar estiren Zilan arkadaşın fedai ruhu bugün her zamankinden daha fazla kulağımızda çağrı, yüreğimizde özgürlük inancı, dilimizde Haziran türküsü, gözümüzde halkımıza bahşedeceğimiz aydınlık geleceği ifade etmek durumundadır. Biz ancak böyle ulusumuzun alın akı olabiliriz.
Devrimci halk savaşı gerçekliğimizin tarihsel akışına baktığımızda görüyoruz ki, devrimin yıldızı gibi, halkın gözbebeği gibi ve savaşın en can alıcı noktasında erdemli savaş kahramanı yoldaşlar tanıdık. Bu yoldaşların kahramanlık sırrı, çizilen sınırların dışına çıkmayı başaran bir hissiyata sahip olmalarıydı. Heval Zilan da böylesi tarihsel bir sürecin onur abidesi kahramanlarımızdandır. Biz ne kahramanlarımıza ne de kahramanlarımızın eylemlerine geçmişte kalan destanlar gibi ve masal kahramanları gibi yaklaşamayız. Onlar, gönül gözüyle hissediş deryalarından geçtiler. Önderliğin zeki, akıllı, duygulu ve dürüst yoldaşları olmayı başarabildiler. Bu anlamda bizler onlardan uzak değiliz, olmamalıyız, olamayız. Başta heval Zilan ve bütün kahramanlarımız devrimin yaratımı halkımızın özünden damıtılmış, özgürlüğü ifade eden özümüze en yakın bir hakikattirler. Tarihe uzaklıklar penceresinden değil an’ın tarihle buluştuğu var oluş öykülerinde onlar yanı başımızda olmalı; uzağımızda değil yakınımızda olmalı. Tarihimizi unutturmayan günümüz olmalı.
İşte bu nedenle bugün en çok onların gözleri bizim aynamız, yürekleri pusulamız olmalı. Zira heval Zilan’ın kendini doğurduğu koşullar günümüze çok benzemektedir. Çünkü hala komplo bütün katmerliğiyle sürmekte, halkımız her gününü soykırım cenderesinde geçirmekte, Önderliğimiz amansız esaret koşullarında tutulmakta, kadınlar ve halklar beş bin yıllık erkek egemenlikli zihniyetin katliamlarından geçmektedir. Bu anlamda her zamankinden daha fazla bugün Zilan yoldaşın ruhu önümüzü aydınlatan ışık olmaktadır.
Devrimci halk savaşımızın geldiği aşama heval Zilan’ın aklıyla gerillacılık taktiklerine, stratejik esaslarına fedailiğin zafer yaratan ruhuyla yaklaşmamızı buyurmaktadır. Yeni başarılarımızın Zilanca izler taşıması kaçınılmazlarımızdandır. Belki de bugün değerlerimize karşı duyarlı olmanın zirvesinde seyretmemiz her zamankinden daha fazla güncel olmalıdır. Bu, heval Zilan’dan bize bir çağrı ve heval Zilan’ın en temel özelliklerindendir. Devrimci halk savaşının zaferi Zilanca yaşamın ilkelerinde gizlidir. Her eylemimizde onun bilinciyle ve özgürleşme arzusuyla nefes almayı bilmeliyiz ki, özgürlüğü en çok hak eden ulusumuza onurlu ömürler bahşetmesini bilelim.
Tarihin ve an’ın çağrısı bize gösteriyor ki,yüzünü Zilan gerçeğine dönen normal yaşayamaz. Sıradan sınırlarda seyredemez hakikatin yakıcı gerçekliğini. Zilan’ın ellerine dokunabilen insanın yüreği Ateşgah olur. Zagroslarda, Toroslarda zalimi yakan kıvılcım olur. Onun yoldaşlığından pay alan Önderliğin etrafındaki ateşten çemberin bir halkası olur. Bütün gerilla kokan zamanlarda nefes nefese halkına umut vadeden olur.
Görüyoruz ki hepimizin yüreğindeki kahramanlık öyküsü Zilan’da somutlaşıyor. Geçmişimizi onurlandıran, geleceğimize onurdan bir baş tacı sunan aynı kahraman oluyor. Bize çocukluğumuzun hayallerini hatırlatan, kadınlığımızı kutsallaştıran, insanlığı gururlandıran, devrimciliğimize yüce anlamlar katan, savaşçılığımızın bütün erdemlerinde özgürlüğü bize yakın kılan aynı kahraman. Öykümüzde yürek ve beynimize damlayan ZİLAN…
Sana bağlılığımızı ifade edecek tek anlam senin yüreğinle özgürlüğe vereceğimiz o selam.
Leyla SORXWİN
- Ayrıntılar
Dün akşamüstü TC televizyonlarında haberleri izlerken Türkiye cumhuriyet tarihinin en sosyopat olan kişisi ekrana çıkıyor. Namı diyar İ. N. Şahin. Tekirdağ’da sözde hemşerileriyle buluşmuş, hemşeri ayaklarını takınacak. Her nedense söz dönüp dolaşıp bize geliyor. Yani gerillalara. Uyku kaçması dedikleri durum herhalde bu oluyor. Yat kalk bizi konuşuyorlar. Yani gerillaları.
Hatırlayanlar, izleyenler ve dinleyenler bilir Türkiye’nin sözde büyükleri bugün nereye giderlerse gitsinler, ne yaparlarsa yapsınlar, nereye uçarlarsa uçsunlar karşılarına bizler yani gerillalar dikiliyor. Öyle ki tüm rüyalarına gerillalar giriyor.
Gerilla ise onların uyku kaçıranıdır, gerilla onların can sıkıntısı. Ve birde onların canını alacak Azrail…
İşte Türkiye cumhuriyet tarihinin en büyük sosyopatı yani a sosyal tipi olan bu az kaslın E.T. diyecektik ama o dünya dışı yarattığa hakaret etmemek için İ. N.’si “bunlar her yerde eylem yapabilirler, her yere gelebilirler, her yere gidebilirler” mealinde sözlerle sözde bizim ne kadar tehlikeli olduğumuzu söylemeye çalışıyor. Doğrusu iyi de söylüyor.
Biz her yerdeyiz ve hiçbir yerdeyiz. Bunu bileceksiniz. Biz sizin o en rahat uykularınızın uyku kaçıranlarıyız. Sizin tatillerinizin baş ağrıtanıyız. Yolda yürürken ayağınıza çelme takanıyız. Uçakla uçarken bomba bırakanıyız. Arabayla giderken tuzak döşeyeniyiz. Gezmeye çıkarken yol keseniyiz.
Evet, bizler sizin derin uykularınızın ve de o kendinizde çok emin ve gizemli rüyalarınızın dağıtıcılarıyız. Ve biz var oldukça ne size uyku olacak, ne rüya göreceksiniz, ne gezi yapacaksınız, ne rahat dolaşacaksınız, ne istediğiniz yere gideceksiniz, ne de kafanızın estiği gibi konuşacaksınız.
Biz var oldukça siz bir bizi konuşacaksınız. Size başka bir şey tattırmayacağız. Bizle yatıp bizle kalkacaksınız. Hani diyorlar ya nerenin Sendromu diye, artık sizin için de bir Sendrom oluşmuştur. Bunun adı Gerilla Sendromu’dur. Ve bu sendrom öyle sandığınız gibi erkenden iyileştirilemez. Tedavisi neredeyse mümkün değildir. Geçmez. Adamı ters köşeye yatırarak sonunda Bakırköy’e yollar.
Bu durumu bilen İ. D. İsmindeki uzaylı gerillaya “mağara yaşamını, taş devri” yaşamını bırakın diyerek sesleniyor.
İ. D. İsmindeki kişi siz merak etmeyin. Biz değil ki sadece mağaralarda hatta sizin deyiminizle taş devrinde yaşarız. Halkımız için gerekirse Buz Devrinde de yaşarız. Yeter ki halkımız özgürlüğüne kavuşsun. Yeter ki halkımız sizin sömürge boyunduruğunuzda kurtulsun. Yeter ki halkımız gelecek aydın yarınlarda mutlu yaşasın. Yeter ki halkımızın da bu dünya da yaşayacağı özgür bir toprak parçası olsun.
Evet, yeter ki halkımız sizin faşizan zulmünüzde kurtulsun ve varsın bizler yani bu halkın gerillaları Buz Devri şartlarında yaşayalım.
Ama şuna emin olun ki; bizler Buz Devri şartlarında yaşasakta Gerilla Sendromu hepinizi Bakırköylük yapacaktır. Gerilla size rahat uyku tattırmayacaktır. Rüya görmenizi engelleyecektir.
Boşuna zamanında bir şair:
“Biz çoktan erittik Yüreklerimizin çelik potasında” ki o sizin dile getirdiğiniz yaşamı. Biz çoktan baş koyduk halkımızın -bedeli ölümde olsa- haklı davasına.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Haziran günü saat 12.00’da Hakkari’nin Çukurca ilçesine bağlı Sere Seve Taburu yakınlarında işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Sabah uyandık. Rojbaş’ı kaçırmışız. Son bir yıldır olduğu gibi her uyanışımda hala bulunduğum mekânı algılamakta zorlanıyorum. Kendime sorduğum ilk soru, hep nerdeyim oluyor. O kadar çok bekledim. O kadar uzun ve yorucuydu ki yolculuk. Bittiğine inanamıyorum. Mavi ile çepeçevre çevrelenmişim. Sırt üstü uzanmışım. Altımda incecik bir minder. Üzerimde uzun tüylü bir battaniye. Yanı başımda bir battaniyenin altında koskoca bir tepe horulduyor.
Tünelden ince bir ışık sızıyor. Bu mavinin altında, bu sırtımı yasladığım mavide güneş bu kadar kısık olmamalı diyorum. Uzak olmamalı diyorum. Hadi taban gök mavisi ama bu sırtımı dayadığım mavi neyin mavisi. Sırtını maviye dayamak ne demek? Hangi maviye dayar insan sırtını? Nesneleri algılamakta zorlansam da içimden sırtımı dayadığım maviye gök mavisi, deniz mavisi diyesim geliyor. Her şey neden bu kadar mavi? Sonra dağların diline iyice yerleşmiş yeni bir söz gelip dağıtıyor bütün bilinmezlikleri. Nedenlere takılma, bütün halklar baharda şimdi. Üstelik dağdaysan böyle bir halklar zamanında keyfini çıkar her şeyin.
Kollarımı çıkarıp battaniyenin altından gerinip esniyorum. Ayaklarımın ucuna yerleşen ve bedeninin sıcaklığını ayaklarımda hissettiğim, birbirimize iyice alışmaya başladığımız Nazê de aynı şeyi yapıyor. Keyifle geriniyor. Yanımdaki tepe kımıldıyor yerinden. Tepenin üzerindeki battaniye hafifçe aşağı kayıyor. Benim keçel, onun tarama sıkıntılı dediği kafası çıkıyor battaniyenin altından. Çatışmadan çıkmış gibi hemen dağılıyor mahmurluğu ve yüzüne yerleşmiş tanımlayamadığım her şey.
Ne yok ki! Acı, sıkıntı, hüzün, özlem, hasret, ironi ve bütün bunlara hep bulaşık duran, o dünyalar yıkan ve yaratan tebessüm. O da koroya katılıyor. Esniyor, geriniyor. Gözaltından bana bakıyor mavi loşluktan. Uzatılmış bir rojbaş çekiyor. Ben de rojbaş diyorum. ‘İyi uyumadın galiba’ diyor. ‘Yok fena değildi’ diyorum. Gülümsüyor. Lafı değiştirmeye çalışıyorum. Bir sigara yakıyor. ‘Yıllar sonra bu sigarayı iyice bırakmayı düşünüyorum’ deyince derin bir nefes çıkarıyor sigarasından, gülümsemesinin kattığı dumanını üzerimden mavilere doğru savuruyor. ‘Hi hi… Anlıyorum’ diyor. ‘Bu yokuşlara kendini vuranların nefes nefese kaldıklarında akıllarına gelen ilk şey oluyor. Doğrusu da bu ya’ diyor.
‘Ben de bırakmak istiyorum ama kırk yıllık bir dostu, üstelik bu tepelerden dünyaya bakarken ve üstelik bulutlara karışırken dumanı bırakamıyorum bir türlü. Merak etme, tiryakiler için uzun bir süre böyle devam ediyor bu. Zağros yokuşları en tutkulu tiryakiyi bile kararsız bırakır tiryakiliğinde. Zirvelerdeyse ve karışıyorsa dumanı bulutlara, vallahi bırakmak zor oluyor bu meretin keyfini. Onun için bırakmayı düşünüyorsan en iyi yer inişlerdir. İnerken tekrar düşünürsün’ diyor.
Ne muhabbet ama… Yıllardır sinsice gelip bütün sohbetlerimize yerleşiyor bu meret. Gerçi dağlıların çoğu bırakmış sigarayı. Tek sıkıntıları doçka kalibreli sigaralar saramamak değil artık. Bir alışkanlıkla yaptıkları mücadeleyi örgütsel karara dönüştürmenin arifesindeler. Alışkanlıklarını kolay kolay aşamayan yenilerin sıkıntıya düşmemesi için erteliyorlar ha bire. Ama bu arada bir ADA’dan gelen eleştirilere de asla kayıtsız kalamıyorlar. Zaten örgüt yönetiminin çoğu bırakmış bile. Herkesi de hazırlıyorlar yavaş yavaş. Uzun sürmez bu meretin idam fermanı. Nikotin cephesinde durumlar hiç iyi değil anlayacağınız. Karşı-nikotin cephesi ise iyice örgütlenmiş ve kararlı bu sefer. Hızlı cephe değiştirmenin utangaçlığı olmasa, ben de hemen değiştireceğim cepheyi. Azınlıktayım şimdi. Bir sürü de sınırlama gelmiş. Kapalı yerde içilmiyor. Gece tümden yasak. İçmeyenler çoğunlukta olduğu için, etrafa yayılan dumanı elleriyle bir düşman tepesini düşüren saldırı grubu gibi savurup duruyorlar.
Bu arada aldığım soğuğun da etkisiyle ta ciğerlerimden öksürüyorum. Nikotin cephesinin lider takımından olan yanımdaki yaşlı olanı iyice gülümsüyor. ‘Tüh! Bir mevzimiz düşmüş bile. Bütün gerekçelerini de oluşturmuşsun. Üstelik bu cephe yanlış ve yenilgiye mahkum bir cephe. Utanma, değiştir cepheyi. Bu dağların güzel havasına hasret kalmışsın. Bir kapitalizm hastalığı olan nikotin dumanını bulaştırmadan solu bu havayı’ Biraz şaşırıyorum. Galiba sadece zayıflamamış nikotin-cephesi, çökmenin eşiğinde. Yanımdaki, nikotin-cephesi yazılarını bildiği için ve cephenin eskiden en sıkı elemanlarından olduğu için ‘ya çaktırma ama ben bile bu kavgada yenilginin eşiğindeyim. Her şey bize karşı. Ciğerlerimiz bile isyandaysa yenilgi kaçınılmaz gibi görünüyor’ diyor. Gülüşüyoruz.
Çok alışık olduğum bu nikotin muhabbeti etrafımı biraz daha iyi algılamama neden oluyor. Mavi bir mağaradayım şimdi. Uzun tünellerden geçilerek girilen mağara odaların vazgeçilmez rengi mavi. Hiç kimse ve hiçbir şey onları koparamıyor mavilerden. Bir biçimde mavileşmenin ve dünyayı mavileştirmenin yolunu buluyorlar. Sadece gökyüzü ve denizlerin maviliğiyle yetinmiyor gibiler. Yerin altını bile mavileştiriyorlar. Hem de çepeçevre mavileştiriyorlar. Bütün, ‘dağdan insinler’ çağrılarına inat ha bire yerleşme ve güzelleştirme çabasındalar dağları. Bu bazılarını ürkütüyor galiba. Bu deniz mavisi, gök mavisi yerin altında inşa edilmiş masmavi dünyalarda, masmavi çocuklarla mavileşiyor yüreğim. Mavinin ışıltısı ürkütebilir Orta Doğu’nun karanlık politika labirentlerinde gözleri karanlığa alışmış olanları. Ama yüreği maviliklere hasret olanlar için her şeyi mavileştirmek sadece bir duygusal mesele değil, romantizm bulaşsa da tamamen yeni dünyalar inşa etme projesi.
Projeyi tamamlamışlar. Çizilmiş ve tamamlanmış bir projenin inşaat sahasındayım şimdi.
Parmaklarım tuşlarda koşuştururken, tüneldeki ışıkta kaybolup beyazlara karışıyor bir tepe. Birazdan koşarcasına dalıyor içeri. Saçlarında ve sakallarında kar taneleri. Gülümsüyorum. ‘Kar mı yağıyor?’ diyorum. ‘Yok! Bırakmıyorsun ki uyuyalım. Sabahlara kadar sohbete tutarsan bizi, rojbaş’ı kaçırıyoruz. Üstelik rüyalarıma da siniyor bu sohbetler. Uyuşuklaşıyorum. Yüzümü kar şokunda temizlemek zorunda kalıyorum tembel uykulardan’ diyor.
Hepsi çocuk. Hep çocuk. Bir ‘Brr’ çekip yine yerleşiyor yanımdaki battaniyenin altına. ‘Eh nasıl buldun bizim fakirhaneyi! Rahat uyuyabiliyor musun? Üşümüyorsun değil mi?’ diyor. ‘Yo, gayet rahatım’ diyorum. ‘Biliyor musun, geç kaldık’ diyor. ‘Hi hi…’ diyorum. ‘Yok yok, rojbaş için demiyorum’ diyor. Anlamaya başlıyorum.
‘Daha yirmi yıl önce böyle mekânlar inşa etmemizi istemişti bizden kırk yıllık dağ hayalini hiç yitirmeyen. Geç kaldık. Ama geç de olsa başladık bu işe. Yeni yeni yerleşiyoruz. Zorla koparıldığımız, uzaklaştırıldığımız, yabancılaştırıldığımız dağlarımıza. Eskiden göçebe gibiydik biraz. Onun hep eleştirdiği naylon çadırlarda ve köy evleri gibi mangalarda ilişmiş gibiydik dağa. Şimdi iyice yerleşiyoruz. Kıyamete hazırlanıyoruz. Karşımızdakilerin teknik imkanlarını biliyoruz. Onlar bizi buradan sökmek, atmak istiyorlar. Biz ise iyice gömülüyoruz. Bak, yaptığımız bu şkeft bin yıllarca kalacak burada. Yaptığımız mevziler kayalara oyulu. Varsın atom bombası kullansınlar ki biz bunu da bekliyoruz onlardan. Ama hazırlanıyoruz işte. Onların sistemi çatırdıyor. Halklar ise bütün heyecanıyla bahardalar şimdi coğrafyamızda. Mümkün mü baharın yaşlı çocuklarının bu bahar bayramı isyanlarından paysız bırakılmaları. Biz bahar inşa ediyoruz dağın kalbinde. Koparılmak istendikçe bu dağlardan, biz ha bire daha derinlere gömüyoruz kendimizi. Bahara hazırlanmıyoruz. Asıl büyük baharı hazırlıyoruz biz’ diyor.
Gözlerim maviliklerde dolaşıyor. Kim maviliklere gömülmek istenmez ki! Yanımdaki iyice alıştığım hallerinde. Kucağımdaki ekrana bir göz atıyor. Son cümleyi gösteriyorum. Bir kahkaha patlıyor kulaklarımda. Kahretsin, yine şaşkınlık şoklarının uçurumuna düşüyorum. Dönüp bakıyorum. Ben şaşkın, o kahkahada. ‘Harika’ diyor. ‘Ama keşke o tuşlara dokunabilip iki laf da ben edebilseydim. Görürdün senin o güzel metaforunun başına ne getirirdim’ diyor. İyice şaşırıyorum. ‘Buyurun, sen söyle ben yazayım’ diyorum kendimden emin ve şaşkınlığımı gidermenin çabasında. ‘Tamam, ruhun mavilere gömülmüş ve gözlerin mavileşmiş ama niye şu üzerindeki asıl gömülü olduğun kahverengi battaniyeyi yazmıyorsun? Üstelik de sen daha kahvaltı yapmadan millet öğlen yemeğine çağırıyor bizi’ diyor.
Nazê içeri giriyor. Gelip yanımdaki tepenin iyice tepeleşmiş olan göbeğinin üzerine usulca yerleşiyor. Beni bırakıp Nazê ile konuşmaya başlıyor. ‘Bak, Nazê yemeğini yemiş bile. Şimdi tek rakibi sensin biliyor musun? Bu şkeftin en büyük keyfiyetçisi olduğu için seviyoruz hepimiz Nazê’yi. Keyif almadığın bir yerde yaşayacak kadar ahmak sanıp dağdan inmemizi istiyor bazı…’ Ağız dolusu yine. Allah var, bu ağız dolusu ve galiz küfürleri düşmanım duysun istemezdim. Sonra biraz sakinleşip Nazê’nin başını okşuyor. Nazê’ye, ‘Bak bu Jêhat’la sakın ahbap çavuşluk yapma’ diyor. ‘Adam üç gündür burada, hemen öyle bir yerleşti ki keyfiyette ve keyfiyetçilikte rakibin olmaya aday. Biliyorsun, kıskancız biz mesele dağlar olunca. Her şeyini paylaşırız dağların ama keyfini kaptırmayız kimseye. Bizden daha çok keyif alan birini görünce hem kıskanır, hem seviniriz yeni bir dağlı bulduğumuz için’ diyor.
Bana dönüyor, ‘Galiba seni uyandırmanın yolunu biliyorum. Çık o gömüldüğün battaniyeden. Git, biraz kara göm kendini. Yüzünü karla yıka. Gözlerindeki maviliği daha bir ışıltılı yapar kar’ın beyazı’ diyor. Ben kucağımdan indirip siyah karlar düşmüş beyaz ekranı tünele yöneliyorum. ‘Nereye?’ diyor. ‘Dışarıya açılan tünel diğeri’ Bu sefer ben patlatıyorum kahkahayı. ‘Yaw heval bırak gözlerimi, önce burnuma sinen bu kekik ve soryaz kokusuyla ve közde yanmış iki ekmekle midemi ışıtayım da sonra icabına bakarız gözlerin’ diyorum. O da patlatıyor bir kahkaha.
Dağların kalbindeki mavi dünyamızı masmavi kahkahalar dolduruyor. Mavilerdeyim şimdi. Dokunmayın keyfime… Üstelik silikon yığınından Kazancı Bedih’in sesi yükseliyor. Yarı Farsça, yarı Türkçe ‘gökyüzünden cevher yağsa, bir parça düşmez fakirin evine’ diyor. Ama kusura bakmasın Kazancı Bedih hemşerimiz bu gökten yağan bütün güzellikler ve cevherler bizim ‘fakirhane’ye yağıyor. Sadece yağanlar değil, masmavi gök, masmavi okyanuslar yağıyor gözlerimize, yüreğimize ve tenimize.
Dedim ya, dağda ve maviliklerin ışıltısındayım şimdi. Bırakın keyfini çıkarayım. Belki bu kara puntolarda fakir olan halkımın fakirhanelerine de bir katre düşürebilirim heyecanında parmaklarım. Ulaştırabildiysem, keyfime keyif kattınız. Bir katre de olsa mavilikler düşmüşse fakirhanenize siz de keyfini çıkarın. Mavi bir bahar geliyor. Keyifli halaylarına katılmamazlık etmeyin. Bablekan oyunundaki ayaklarınızın çıkaracağı toz, dünyayı maviye kessin. Bu mavi dünyanın keyfini bütün dünyalılar çıkarsın. Keyfinize bakın. Her şey mavi olacak…
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Kürt halk önderliğiyle yaklaşık bir yıldır TC devleti görüşmelere izin vermiyor. Dünyada eşine az rastlanır ağır bir tecridi uyguluyor. Hiçbir hukuk kuralı dikkate alınmadan bu insanlık dışı uygulama ısrarla Kürt halkının psikolojisine ipotek koymak için uygulanıyor.
Bu kadar faşizan bir uygulamayı dediğimiz gibi dünyanın başka ülkelerinde görmek zordur. Ya da çok istisnaidir. Böylesine anti insani bir uygulamayı Guantanamo gibi esir kampı olarak kullanılan kampta ancak görebilirsiniz. Ancak bir farkla; oradakiler bunu açıkça yaparlar. Gizlemezler. Örtmezler.
Ne var ki bir halkın önderliğine dünyanın dediğimiz gibi en aşağılık uygulamasını faşist TC devleti hem uyguluyor hem de halkımızın karşısına çıkararak “Kürtlerin ve de PKK’nin buna yol açtığına” utanmadan söylüyorlar. Hitler’in ruh ikizi olan Erdoğan’ın baş danışmanlarından olan Yalçın Akdoğan ismindeki kişi aylar önce “PKK Öcalan’ı dışarı çıkarmak istemiyor” diye kaç tane makale yazdığını herkes biliyor. Bu teoriye göre Kürt halk önderliğini tutsak eden, görüşmelerinin önünü engelleyen PKK’dir.
Evet, dünyanın başka yerlerinde hukuku ayakaltına alan yaklaşımlar yaşanabiliyor. Hukuk çiğnenebiliyor. Ancak bu pişkinler bu kez ekranların karşısına ve de basına çıkarak “kendileri istiyorlar” demiyorlar. “kendileri görüşmek istemiyorlar” demiyorlar.
Ahlaksızlığın sınır tanımadığı, dibe vurduğu böylesine bir nokta da alçaklığı sınırsızlığa çıkaran başkaları da vardır.
Sözde Kürt hem de Kürt aydını geçinen böyleleri en son olarak aynen Yalçın Akdoğan’ının söylediklerini yeniden pişirerek:
“PKK’nin izlediği strateji, Öcalan’ı ebediyen İmralı’da tutma stratejisidir ve Öcalan’ın bunu anlamamış olması mümkün değildir.
Görünürde çok istiyor olmalarına rağmen, Öcalan’a ev hapsini; ne, arkasında durmayan, onu zor durumda bırakan, adeta “bundan da kurtulduk” kıvamında söylemleriyle tercihlerini, Kürt hareketindeki statükocu anlayıştan yana koyan başta Ahmet Türk olmak üzere, Leyla Zana’nın partili arkadaşları, ne de önderlik diye diye önderliği son üç beş yıl içinde etkisiz hale getiren PKK liderleri istiyorlar” diyerek saldırıya geçiyorlar.
Bu sözleri sarf eden sözde bir Kürt. Ve birde sözde aydın geçiniyor, hem de Kürt aydını. Ve sözde bir Kürdistanlı. Ama biz Kürtlerin artık tarihi bir bilinci var. Bir tarihi şuuru var. Yani artık yeni Kürtler olarak balık hafızalı değiliz. 15 saniye önce olmuş olayları unutmuyoruz.
Hatırlayanlar bilir. Önderliğimize en aşağılık ve alçakça tecridi uygulayanlar ve bu tecridin uygulanmasında baş danışmanlık ve akıl bentlik yapan kişilerin başında Yalçın Akdoğan geldiğini yukarıda yazdık.
Tesadüf ya Akepe’nin baş danışmanın söylediklerinin bir Kürt hem de sözde aydın olan böyle bir Kürt allayıp pullayıp aylar sonra yine önümüze koyuyor.
Alçaklığın sınırları olurda bu kadar pervasızı olmaz. Bu kadar aşağılığı olmaz. Bu kadar ahlaksızlığı olmaz.
Ama şunu açıkça söyleyelim: “Sadece ve sadece böylesine sınır tanımayan bir alçaklığa yol vermemek için bile olsa bizler ayakta kalmaya devam edeceğiz. Bizler halkımızın özgürlük değerleri için ayakta kalarak direnişimizi kesintisiz sürdüreceğiz.
Şunu da söyleyelim: PKK var oldukça hiçbir alçaklığa Kürdistan’da geçit verilmeyecektir.
Kürdistan’da yaşanan ezilen tüm direnişlerin ardından ihanet, alçaklık, hainlik cirit atmıştır. Direnenlerle alay edilmiş ve ihanet edenler, işbirlikçilik yapanlar ödüllendirilmişlerdir.
Ancak bu kez tarihin seyri böyle izlemeyecektir. Bu kez dediğimiz gibi sadece ve sadece bu ihaneti, bu işbirlikçiliğe izin vermemek için bile olsa sonuna kadar direneceğiz. Ve tarihin sayfalarına sizin bu ihanetinizi ve de halk düşmanlığınızı ihanet ve işbirlikçilik diye geçirip bu halkın şuuruna ve bilincine böyle geçeceksiniz.
Şıho Dirlik
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Haziran günü saat 20.40 sularında Siirt’in Eruh ilçesine bağlı Minyaniş mıntıkasında operasyona çıkan işgalci TC ordusu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan çatışma sonucunda 1’i uzman çavuş 5 asker öldürülmüş, 3 asker de yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Haziran günü saat 22.00 Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Şiriş köyü yakınlarında operasyona çıkan işgalci TC ordu askerleriyle gerillalarımız arasında bir çatışma yaşanmıştır. Bu çatışmada bir arkadaşımız şahadete ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Haziran günü saat 18.00’da askeri amaçlı yol çalışması yürüten bir şirkete ait 3 iş makinesi Şırnak-Eruh yolu üzerinde yakılmak suretiyle imha edilmiştir.
- Ayrıntılar