Genel siyasal mücadele ve seçim çalışmalarının genel demokratik siyasetin gücü ile birlikte özel olarak da demokratik Kürt iradesini şimdiden ortaya çıkardığı görülüyor. Bunu Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Böldürmeyiz” ifadesinden anlıyoruz. Demokratik siyasi gelişmeler devlet iktidarının başına “Bölünme” olarak yansıyor. Halbuki ortada bölünme filan yok. Dahası bölünmeyi savunan bile yok. En “bölücü” sayılan BDP’nin (genelde PKK’nin) en geniş demokratik ittifakı yaratmak için çalıştığı, bölünmüşlüğü birleştirici rol oynadığı ortada. Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku bunu ifade ediyor.
O halde, Türkiye toplumunda bir bölünme değil de, milliyetçiliğin böldüğü toplumu demokratik çizgide yeniden birleştirme geliştiği halde, Başbakan Tayyip Erdoğan neden gelişmeleri “Bölünme” olarak görüyor? Neden 1990’ların ilk yarısında başbakan olan Tansu Çiller’in “Bir çakıl taşı bile vermeyiz” edebiyatını şimdi “Böldürmeyiz” sözüyle tekrarlıyor?
Bu soruların cevabı elbette önemlidir. Çünkü ortada bölücülük yapan olmazken Başbakan’ın “Bölünmeye karşı mücadele” ediyor görünmesi önemlidir. Besbelliki Başbakan’ı böyle bir reflekse götüren “Vatanın ve toplumun bölünme tehlikesi” değildir. Tersine böyle bir durum olmadığı gibi, demokratik birlik eğilimi gittikçe güçlenmektedir. İşte Başbakan Tayyip Erdoğan’ı korkutan da bu gelişme olmaktadır. Devletçi sistemin ve milliyetçi ideolojinin bölüp parçaladığı toplumu gerçek demokrasinin yeniden birleştirmesi Tayyip Erdoğan’ı korkutmaktadır. Tayyip Erdoğan’ın “Böldürtmeyiz” biçimindeki sezeyanı gelişen demokratik toplum ve demokratik siyasetin gücünü göstermektedir. Daha seçim olmadan Demokratik Ulus Bloku’nun bu güce ulaşıp, siyaset üzerindeki etkisini iyice hissettirme durumu yaşanmaktadır.
Son haftalarda genelde demokratik güçler, özel olarak da Kürt halkı üzerinde gittikçe yoğunlaştırılan faşist polis terörünün buradan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Kitle desteğini kaybetmekte olduğunu gören AKP, bunun verdiği öfkeyle polis sürülerini halkın, kadın ve çocukların üzerine sürmektedir. Tayyip Erdoğan’ın “Böldürtmeyiz” talimatı halka dönük faşist polis terörü olmaktadır.
AKP yönetiminin günümüzde topluma ve Kürt halkına yönelik uyguladığı faşist terörün yakın tarihte yaşanmış iki benzeri vardır. Birincisi 1980-1985 arasında Kenan Evren başkanlığındaki 12 Eylül cunta yönetiminin terörü, ikincisi ise 1991-1995 arasında Demirel-Çiller-Güreş çete yönetiminin uyguladığı terördür. Bu iki terör sürecinin ağır acılar yaratan uygulamaları hâlâ toplumun belleğinde taptazedir. Bu iki terör dönemindeki binlerce karanlık olay hâlâ aydınlatılmış değildir ve demokratik siyaset bu durumu aydınlatma çabası içindedir.
Birinci terör dönemini simgeleyen söz “Asmayalım da besleyelim mi?” olmuştur. Bu mantıkla hareket eden Kenan Evren cuntası, elli civarında genci idam ederken, onunla birlikte binlercesini gizli katletmiş, onbinlercesini yaralayıp sakat bırakmış, yüzbinlercesini de tutuklayıp işkenceden geçirmiştir. “Anarşi, terör, bölücülük ve yıkıcılığa karşı mücadele” adı altında Türkiye ve Kürdistan’da eşi az bulunur bir terör uygulamasında bulunmuştur. Kenan Evren de her fırsatta “Vatanı ve milletin böldürtülmeyeceğini” söylemiş ve bu refleksle hareket etmiştir.
İkinci terör dönemini simgeleyen söz “Ya bitecek ya bitecek” ifadesi olmuştur. “Terörü bitirme” yaklaşımı temelinde bu sözü kendine slogan eden Tansu Çiller, terör yerine Kürt halkını bitirmeyi hedefleyen bir topyekûn özel savaşın yürütücüsü olmuştur. Bu dönemde onyedibin “faili meçhul” katliam olayının yaşanmış olduğu kabul edilmektedir. Dönemin başbakanı Tansu Çiller de, her fırsatta “Bir çakıl taşı bile vermeyiz” diyerek, bu ağır faşist terörü “Böldürtmeme” refleksiyle uyguladığını ortaya koymuştur.
Şimdi dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın da aynı sözleri söylediği ve aynı refleksle hareket edip benzer bir faşist terör politikasını uygulamaya koyduğu gözleniyor. Gün geçtikçe ve Kürt halkının direnişi sürüp demokratik siyaset geliştikçe Tayyip Erdoğan’ın bu gerçeği daha net bir biçimde açığa çıkıyor. Bu temelde Tayyip Erdoğan’ın Kenan Evren’e benzediği, gittikçe daha çok Çillerleştiği açık bir biçimde görülüyor.
Peki bu durumun ardında ne vardır? Besbelliki Tayyip Erdoğan şimdiye kadar maskeliymiş, kendi gerçek yüzünü gizliyormuş. Gerçekte bir Türk-İslam sentezci, yani dinci milliyetçiyken, sanki liberal, yenilikçi, demokrasiye açıkmış gibi kendini göstermiş. Şimdi yaşanan gelişmeler sonucunda artık bu maskeyi taşıyamıyor ve gerçek yüzü açığa çıkıyor. Birinci yan budur.
Tayyip Erdoğan’ı Çillerleştiren ikinci ve daha önemli neden ise, ABD politikalarıdır. Bilindiği gibi, Tansu Çiller de ilk iktidar olduğunda Kürt sorunu için “Bask modeli tartışılabilir” demişti. Buradan başlayarak “Ya bitecek ya bitecek” nakaratına varan bir topyekûn terör saldırısının sahibi oldu. Elbette onu bu noktaya götüren şey, ABD ile ilişkileri ve ABD-İngiliz politikalarıydı. Şimdi Tayyip Erdoğan’ı da adeta yeni bir Çiller versiyonu olarak yaşıyoruz. Tayyip Erdoğan da “Kürt sorunu benim sorunum” diyerek işe başladı ve şimdi ABD’den aldığı talimatlar doğrultusunda “Kürt sorunu artık bitmiştir” ve “Böldürtmeyiz” demeye başladı. Ve Çiller dönemini aratmayacak bir faşist polis terörünün önünü açtı.
Dahası Tayyip Erdoğan’ın seleflerinden daha çok bir demagoji ustası olduğu gözleniyor. Bu temelde her şeyi çok rahat çarpıtıp tersyüz edebiliyor, yüzü bile kızarmadan her türlü yalanı söyleyebiliyor. Meydanlarda milletin karşısına çıkıp pişkince “Hiç ordu silah bırakır mı?”, “Hiç polis silah bırakır mı?” diye sorabiliyor. Sanki “ordu ve polis silah bıraksın” diyen var! Bunu şimdi düşünen tek kişi herhalde Tayyip Erdoğan olsa gerek.
Yoksa herkes biliyorki ordu ve polis silah bırakmaz. Silah bırakırsa ordu ve polis olmaz. Ordu ile polis silah bırakmaz, bu doğru; fakat Kürt halkı da kendi kaderini ve güvenliğini kendine karşı savaş için eğitilip örgütlenmiş bu katil sürülerine bırakmaz, bırakamaz. Bu gerçek birincisinden daha hayati önemde bir doğrudur. Bunu da Tayyip Erdoğan ve arkadaşları biliyor mu? Kim kimi kandırmaya çalışıyor?
Yaşadığımız kritik ve hayati önem arzeden süreç maskeleri düşürüp gerçekleri daha net ortaya çıkarıyor. Tayyip Erdoğan’ın Evrenleşen, Çillerleşen yüzü artık çok daha net olarak görülüyor. Dolayısıyla Kürt halkı bu düşman yüzü artık çok daha açık olarak görebiliyor. Bunu da meydanlarda faşist polis terörüne karşı gösterdiği kahramanca direnişte ortaya koyuyor. 12 Haziran seçiminde AKP’yi sandığa gömerek de daha net koyacak!..
Selahattin ERDEM
Özgür Politika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Mayıs günü (bugün) 02.00-04.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Girê Nêriya ve Dola Bêtalma alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Mayıs günü akşam saatlerinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehît Berîtan, Karker ve Koordine Tepeleri ile Hacı Beg alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Mayıs günü saat 21.00 sularında Dersim’in Nazimiye ilçesine bağlı Dost alanı, Şehit Celil Sırtları, Munzur Baba, Doğan Kayalıkları ve Hakis alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler desteğinde bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon gizli birliklerin keşif ve pusulamaları ile devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Mayıs günü saat 21.00 sularında Dersim’in Nazimiye ilçesine bağlı Dost alanı, Şehit Celil Sırtları, Munzur Baba, Doğan Kayalıkları ve Hakis alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kobra tipi helikopterler desteğinde bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon gizli birliklerin keşif ve pusulamaları ile devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Nisan gününden beri Bitlis ve çevresine yönelik olarak korucularında katılımıyla TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı operasyon çerçevesinde 17 Mayıs günü Bitlis'in Şêx Cuma alanına yönelik olarak skorsky tipi helikopterlerle alana indirme yapılarak ve zırhlı araçlarla takviye yapılarak operasyonun kapsamı genişletilmiştir.
- Ayrıntılar
12 – 14 Mayıs arasında Şırnak’n Uludere ilçesinden sınırı geçmek isteyen TC ordusu ile gerillalarımız arasından yaşanan çatışmalar sonucunda 7 arkadaşımızın sicil bilgilerini kamuoyuna duyurmuştuk.
- Ayrıntılar
Kürdistan’da ve Türkiye’de bugün nereye bakarsanız bakın toplumsal olaylarda ilk saldıran polistir.
Öğrencilere saldıran polis.
İşçilere saldıran polis.
Madencilere saldıran polis.
Kadına saldıran polis.
Köylülere saldıran polis.
Anti Hescilere saldıran polis.
Kürtlere, gençlerine, analarına, kızlarına, yaşlılarına, çocuklarına, siyasetçilerine, mellelerine, sivil toplumcularına saldıran hep polistir.
Denilecek ki iç güvenliği sağlamakla görevli. Denilecek ki asayişi sağlamakla sorumlu. Denilecek ki devleti korumakla yükümlü.
Evet, polis devleti korumakla yükümlüdür. Ancak devletin de neme nem kirli bir yapı olduğunu biz biliyoruz. Devletin kendi iktidar güçlerini, egemenlerini yani Hegemonlarını korumakla görevli olduğunu da biz biliyoruz. Devlet eğer bir avuç insanın çıkarlarını korumakla vazifeliyse ve poliste bu devleti korumakla görevliyse demek ki bu polis bu egemenlerin, Hegemonların, kan emmicilerin görevlisi ve bekçisidir.
Kürdistan’da eskilerde devletin vurucu gücü Ergenekoncu faşist polis yapılanmasıydı. Buna Kızılelmacı polislerde demek mümkündü. Ve bu kliklerin Kürdistan’da sergiledikleri dehşet halen belleklerde tazeliğini koruyor.
Türkiye’de iktidar daha doğrusu rejim değişikliği hatta öncesi başlayan polis reorganizasyonuyla bu faşizan yönelim daha da artmıştır. Her ne kadar renklerini yeşil gösterseler de Hitlerin SS ve SA’larına taş çıkartacak yapıdadır bu yapı. Kendilerine yeşil renkte taksalar, İslami renkte taksalar özlerinde faşist bir devlet yapısını korumaya adamış bu yeşil faşist polis gücü bugün Kürdistan’da kan kusturmaktadır.
Evet, Kürdistan’da yeşil faşizmin vurucu gücü polislerdir. Bazılarının söyledikleri gibi bu polis gücü masumane görevler üstlenmemiştir. Bu polis gücü Kürdistan’da Kürt dirilişini, ayaklanışı ve kimlik edinişini yok etmek ve bastırmak için iş başında olan yeşil faşizmin paramiliter bir gücüdür.
Bilinir Paramiliter güçler resmi olmayan ama önemli görevler üstlenipte yürüten devlet yanlısı güçlerdir. Ancak Türkiye gibi Sivil Faşizmin giderek kök salmaya başladığı bir devlet yapısında polis kesinlikle paramiliter bir güçtür.
Faşizm, tabiatı gereği gayri rutin hareket eden bir yapıdır. Kürdistan’da kaç tane devlet kurumu -bu kirli bir yapıda olsa-hukukuna uygun yönetim yapmaktadır. Dikkat edilirse Kürdistan’da devlet eliyle ve kurumlarıyla yapılan ve yürütülen çalışmaların neredeyse tamamı gayri rutindir, gayri resmidir. Eğer siz MGK’ yi resmi rutin çalışan bir yapı olarak görüyorsanız söyleyecek bir şey kalmıyor, ama eğer MGK gibi kurumların 12 Eylül faşist cuntasından arta kalan yapılar olduğunu bilirsek, YÖK gibi kurumları yine bu derin faşizan yapının kurumları olarak görürsek o zaman Kürdistan’da devre de olan neredeyse tüm güçlerin gayri meşru oldukları, gayri hukuki oldukları ve de faşizan olduklarını rahatlıkla göreceksiniz.
Örneğin Kürdistan’a gönderilecek imamlar bile MGK’da karar altına alınıp gönderiliyorlarsa, hatta bu imamlar Kürdistan’a ya da başka bir yere gönderilmeden önce Kemalizm ve Türkçülük üzerine yemin ederek gidiyorlarsa o söylenen laik ve hukuk devlet kavramların boş olduğunu herkes görecektir.
Evet, Kürdistan’da gayri rutin hareket eden devlet kurumlarının başında paramiliter güç olan polisler geliyor. Ve polis gücü bugün devlet içerisinde derine inmiş olan yeşil İslamcı faşist bir kliğin tüm istemlerini yerine getirmekten çekinmemektedir.
Bu faşizan yönelimlerini tek tek sıralamak mümkündür. Sıradan insani istemlere coplarla, gazlarla, silahlarla saldıran bu paramiliter polis gücü esasta derin devlete söz vermiş olan yeşil faşist zihniyetin güdümünde olan bir güçtür. Sivil toplum örgütlerine saldıran, mahkemelerde kan kusturan, Kürt dindarlarına ve mellelerine saldıran, analarına el ve cop kaldıran, çocuklarının kollarını ve başlarını meydanlarda kıran, yeşil faşistlerin alenen güvenliğini sağlayan ve bunlar yetmediğinde ise soruşturmalarını: Akepe’nin büro ve parti binalarında yürüten bu güç işte bizim söylediğimiz paramiliter polis gücüdür.
Kimisi diyecek ki bu polis devletin polisidir, üniformalıdır. Evet, bu polis devletin polisidir ve üniformalıdır.
Unutmayın Hitlerin SS’leri ve de SA’sıda üniformalı ve Hitler seçimi kazandıktan sonra resmi devlet gücü olmuştu. Ancak hiçbir zaman paramiliter bir güç olmadığını kimse söyleyememiştir. Çünkü asli görevi muhalefeti Nazi faşizmi adına ezmekti.
Bugün ise aynı şekilde Kürdistan’da ve de Türkiye’de paramiliter polis gücü yeşil faşist yapılanmayı oturtmak için devredir.
Özcesi polis gücü paramiliter bir güçtür. Paramiliter güçler gayri meşru yapı ve güçlerdir. Türkiye ve Nazi Almanya’sı örneğinde olduğu gibi bunların yasal olmalarının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Önemli olan üstlendikleri görevlerdir. Ve bu üstlendikleri görevler faşizandır. Faşistçe halkımıza, halklara, kadınlarımıza, analarımıza, çocuk ve gençlerimize, yaşlılarımıza ve son zamanlarda da melelerimize ve dedelerimize saldırmakla görevlendirilmişlerdir.
Bunun için polis namına Kürdistan’da ne varsa hedeftir. Bunun üniformalısı da üniforması olmayanı da hedeftir. Evde de hedeftir, mahallede de hedeftir. Okulda da, caddede de hedeftir. Yolda da, emniyet binasında da hedeftir.
Özcesi kim olursa olsun, niyeti ne olursa olsun sivil faşizmin ve yeşil faşizmin hizmetini yapan tüm polis güçleri hedeftir. Bunun için diyoruz ki Kürdistan’da polislik yapmayın, polisliği bırakıp ya başka işlere girin ya da Kürdistan’da gidin.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Son günlerde ve haftalarda AKP Kürtleri açıkça tehdit ediyor. Bu süreç Tayyip Erdoğan’ın “Kürt sorunu artık bitmiştir” biçimindeki dahiyane tespitiyle başladı. Bu tespit aynı zamanda “Kürt yoktur” anlamına geliyordu. Kürt sorunu bittiğine veya Kürt olmadığına göre, o halde “Ben Kürt olarak varım” veya “Kürt sorunu var” diyenlerin de yok edilmesi gerekiyordu. Nitekim başbakan olarak bizzat Tayyip Erdoğan, böylelerinin yok edilmesi talimatını devletin tüm birimlerine, en başta da polis ve ordusuna verdi. İşte dağda ve şehirde son zamanlarda yoğunlaşan ve yaygınlaşan polis ve asker operasyonları böyle başlayıp gelişti. Bu operasyon ya da saldırılar hâlâ da devam ediyor. Hem de daha da hızlanıp kapsamlılaşarak.
Elbette Kürtler tüm bu saldırılara karşı cesaretle direndiler ve hâlâ da direniyorlar. Çünkü başka yapabilecekleri bir şey yok. Direnme onlar için varlık-yokluk sorunu. Var olabilmek için direnmeleri zorunlu. Bu açıdan dağdaki gerilla direniyor, sokaktaki genç direniyor, zindandaki tutuklu direniyor. Kadını direniyor, çocuğu direniyor, yaşlısı direniyor. Hepsini birleştiren Kürt Halk Önderi direniyor. Tüm bunlar toplanarak kale gibi direnen bir halk gerçeğini ortaya çıkarıyor.
Bu saldırı ve direniş sarmalı hiç kuşkusuz inişli ve çıkışlı oluyor. Bazen saldırılar etkinlik kazanıyor, bazen de direnişler. Son zamanda direnişin gözle görülür düzeyde etkinlik kazandığı bir durum yaşandı. Neredeyse AKP’nin Kürdistan'da silindiğini gösteren sonuçlar ortaya çıktı. İşte bu durum AKP yöneticilerini daha saldırgan ve tehditkar kıldı.
En başta Başbakan Tayyip Erdoğan tehditler savurmaya başladı. Bir yandan İmralı’daki Kürt Halk Önderi’ni, diğer yandan dağdaki gerillayı hedefe aldı. Elbette BDP ve diğer benzer kuruluşlar da bu tehditlerin dışında kalmadı. Tayyip Erdoğan yapar da “Kürt ve kadın düşmanı” Bülent Arınç geri kalır mı? O da açtı ağzını ve “Ayaklarını denk atsınlar” dedi. İnsanın, bir anda öfkelenip “Atmazlarsa ne olacak?” diyesi geliyor. Eminim binlerce Kürt böyle demiştir. Fakat daha da önemlisi bunun taşıdığı anlamdır. Bunun Kürt halkını çok açık olarak ve kabaca bir tehdit olduğu ortadadır. Yine bu tehditkar duruşunda bir sömürgeci duruş, kendini büyük gören bir şoven duruş olduğu tartışmasızdır.
AKP içinde bu ruhu ve tutumu en fazla Bülent Arınç taşıyor ve temsil ediyor. Onun zaman zaman artistçe gözyaşı dökmesine bakmayın siz. Timsahın gözyaşına benziyor onunkisi. Kendini üstün gören milliyetçi-şoven zihniyet Bülent Arınç’ta çok güçlü. Kendini büyük baba görerek durmadan çevresini azarlıyor. Herhalde AKP içinde böyle bir konum kazanmış ve aynı konumu dışarıda da sürdürmek istiyor. En başta tüm halka karşı yaklaşımları böyledir. Kadına tamıtamına böyle yaklaşıyor. Kürtlere böyle yaklaşıyor. Her fırsatta küçümseyici ve azarlayıcı bir tutum gösteriyor.
Kürt halkının bilinçlenme ve birleşme düzeyi arttıkça AKP’nin Kürdistan'daki varlığı sıfırlanıyor ve AKP iktidarı da çatırdıyor. AKP’yi Kürtlere karşı saldırgan ve tehditkar kılan iç gelişme bu. Fakat bundan daha önemlisi yaşanan dış gelişmelerdir. Yani ABD’nin Ortadoğu politikalarında yaşanan değişikliklerdir. Arap halkının yayılan ve derinleşen isyanı karşısında zorlanan ve “Büyük Ortadoğu Projesi” tehlikeye giren ABD’nin politika değiştirmeye çalıştığı gözleniyor. Libya’daki durumun bu konuda bir dönüm noktası olduğu anlaşılıyor.
ABD Arap alemindeki gelişmeleri kontrol altına alabilmek ve egemenliğini sağlayabilmek için yeni bir saldırı planı devreye koymuş bulunuyor. Bu da karşıtlarını komplo ve şiddetle yok etmeyi içeriyor. Libya’ya ve El Kaide’ye dönük saldırılarının bu kapsamda gündeme geldiği anlaşılıyor. ABD, rakiplerini yok ederek bölgeye hakim olmak istiyor. Nitekim bu politikanın kapsamına PKK de giriyor. ABD yönetiminin PKK yöneticileri hakkında kararlar alması işte bu anlama geliyor. ABD politikasında PKK’nin yerinin olmadığı vurgulanmış oluyor.
Bir yandan işte bu durum AKP’nin saldırı ve tehditlerini besliyor. Dahası böyle bir politikayı Ortadoğu'da yürütebilmek için ABD yönetimi Türk devletinin ve AKP hükümetinin desteğine ihtiyaç duyuyor. Bu da devlet ve hükümet için PKK’ye karşı yakalanmış bir koz oluyor. Nitekim bu temelde Libya çekişmesi sürecinde ABD ile AKP arasında yeni bir anlaşmanın yapılmış olduğu gözleniyor. Yani AKP hükümeti ABD’nin Ortadoğu'daki saldırılarına destek verecek, ABD de AKP’nin PKK’ye yönelik saldırılarına destek verecek! Nitekim AKP hükümeti ABD’nin Libya ve El Kaide’ye yönelik saldırılarına destek vermiş bulunuyor. Buna karşılık ABD de AKP hükümetinin Kürtlere karşı saldırı ve tehditlerini destekliyor. AKP’nin son saldırı ve tehditleri esas gücünü işte buradan alıyor. Yani yine ABD “yürü ya kulum” diyor, Tayyip Erdoğan ve AKP de yürüyor!
AKP saldırı ve tehdit için ABD’den destek alıyor, ancak ne kadar alsa da bu destekleri yeterli görmüyor. İstiyor ki bütün işleri ABD yapsın, PKK’yi ABD yok etsin! O nedenle ikide bir Tayyip Erdoğan sızlanıyor, “Müttefiklerimiz teröre karşı mücadelede bize yeterince destek vermedi” diyor. Bu sızlanma o kadar ileri gitti ki, artık ABD elçisi bile dayanamadı. “Günde bir milyon dolar PKK’ye karşı istihbarat çalışmalarına harcadıklarını” söyledi. Diğer harcamaların tutarını buna bakarak siz düşünün! Çok açık ki, PKK ve Kürtlere karşı savaşı ABD yürütüyor. AKP’ninki sadece figüranlık oluyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, gözlerinin içine baka baka “Kürt vatandaşları”na karşı ABD ile de, başkalarıyla da ittifak ve işbirliği yapıyor.
Bu tehdit ve işbirliğini elbette Kürt halkı ve insanı da görüyor ve izliyor. Buna karşı da hem bilincini, hem de örgütlülüğünü geliştiriyor. Bu saldırı ve tehditlere karşı dağda ve sokakta direndiği gibi, ciddi bir dersi de 12 Haziran’da sandıkta vermeye hazırlanıyor. Bunlar karşısında aklı başında hiçbir Kürd’ün AKP’ye oy vermeyeceği söyleniyor. Çünkü AKP’ye verilen her oy, Kürd’e sıkılan bir kurşun oluyor.
Öte yandan böyle tehdit ve saldırıları Kürtler şimdiye kadar çok gördüler. Kenan Evren’leri tanıdılar, nice kontrgerilla şeflerini gördüler, Çiller, Ağar ve Güreş’e karşı mücadele ettiler, Yaşar Büyükanıt ile İlker Başbuğ’u tanıdılar. Hepsi de Kürt direnişi karşısında çözülüp gitti. Bazıları da ağlayarak. Şimdi hiçbirisinin esamesi okunmuyor.
Belli ki Tayyip Erdoğan ile AKP bu zincirin son halkası oluyor. Bir aydın “AKP Kürt sorununu çözmezse, Kürt sorunu AKP’yi çözer” demişti. Şimdi işte bu öngörü doğrulanıyor. Kürt sorununu çözemeyen AKP, kendinden önceki özel savaş hükümetleri gibi Kürtleri tehdit edip saldırı yürütüyor. Elbette bu da kendisinin sonu ve çözülüşü oluyor. Gelecek günler bu gerçeği çok daha net gösterecek!..
Selahattin ERDEM
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna !
1. 16 Mayıs günü 13.00-18.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin'in Dola Bêtalma, Girê Nêriya ile Girê Bêtalma alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar