HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Blackjack Australia: Rules, Strategy & Casinos NZ Sports Betting vs Casinos: Which Wins More? Free Trial Dating – 7 Days Premium Access

'Seni ben koruyacağım' diyordu Dersim yollarına koyulduğumuz o sıcak yaz gecelerinde.  İkimizde, onun neşeli dudaklarından dökülen bu sözlerin sadece bir şakadan ibaret olduğunu düşünüyorduk.

Hakkâri yaylalarının bitmek tükenmek bilmeyen o yemyeşil düzlüklerinde yürüdüğümüz o gecelerde Cudi Cesur isimli bu genç gerillanın sık sık tekrarladığı bu sözlerin ne kadar büyük bir gerçeği anlattığından da habersizdik. 

Her gün batımında yola çıkmak için hazırlanırken Cudi parıldayan gözleri ile yanıma gelir 'arkamda yürüyeceksin, pusuya düşersek ben vuracağım, sen çıkacaksın' derdi. Ben de bu sözleri bir türlü kendime yediremez, benden on yaş genç olan bu gerillaya 'abin kendini korumasını bilir, sen kendini koru yeter' derdim. Benim bu sözlerime gülerdi, gülerdik.  

Cudi'nin bu sözlerinin şaka değil de nasıl büyük bir gerçek olduğunu, 29 Ağustos günü, bombasının pimini çekip, etrafımızı sarmış ve 'teslim ol!' çağrısı yapan yüzlerce askere saldırdığı zaman anlayacaktım.  Cudi o gün bu sözleri hiç söylemedi. Her zaman yaptığı o şakayı hiç yapmadı. O gün sözlerini sadece uyguladı. 

28 Ağustos gecesi yine neşe içinde yola çıkarken ihanetin kör hançerinin sinsice sırtımıza yaklaştığından habersizdik. Garısa ormanlarına girdiğimiz o gece yarısı bir hainin bizi ihbar ettiğini ve Türk ordusunun yüzlerce askeri ile yolumuzu gözlediğini hiçbirimiz bilmiyorduk. Ulaşmamız gereken noktaya hızla yaklaştığımız o sırada, Garısa korucuları su başlarına pusu atmış, özel harekata bağlı birlikler çoktan yerlerini almışlar ve yoldaşlar bize haber ulaştırmak için çabalamışlar ama bir türlü yetişememişlerdi. İhanet bir kez daha Kürt çocuklarını acımasızca bekliyordu. 

Kuryelerimizin daha önceden kararlaştırdığı yere ulaştığımızda saat gece yarısını çoktan geçmişti. Karanlığın içinde hep beraber oturup kilometrelerce öteden sırtımızda taşıyıp getirdiğimiz ekmeğimizi ve suyumuzu paylaşırken yıllar önce, Hozan Serhat ile birlikte oturup yemek yediğimiz o son Botan gecesini hatırladım. Serhat'ın şehit düştüğü çatışma öncesi hissettiğim o his bir kez daha gelip içime oturdu. Yemeklerini yemekte olan arkadaşlarımın karanlık içindeki siluetlerine şöyle bir göz gezdirdim ve 'sanırım yarın operasyona takılacağız arkadaşlar' dedim, yıllar önce Hozan Serhat'a söylediğim gibi dökülmüştü bu sözler dudaklarımın ucundan ve sözlerimi tamamlar tamamlamaz söylediklerimden pişmanlık duyup sustum. Sanki ben söylediğim için oluyormuş gibi bir hisse kapıldım. 

Sabaha az bir vakit kala bütün herkes uyuduğunda ben ve Cudi ayaktaydık. O nöbetçiydi. Ben ise uyuyamıyordum. Cudi'nin genç ve meraklı bakışları altında ormanı dinlemeye koyuldum. Bir ses, bir işaret bekliyordum ama hiçbir şey duyamadım. Cırcır böceklerinin o eşsiz cızırtısı bile duyulmuyordu. Bir orman böylesine sessiz ıssız olamazdı... 

Cudi omzuma dokunup 'vur' diye fısıldadığında silahımı doğrultup her taraftan üzerimize yağmur gibi mermi yağdıran askerlerden ilkine nişan aldığım o kısa anda içimdeki o hissi son kez duyumsayacaktım. Ve yıllardır kalıcı kılmak, yaşatmak için bakan gözlerim, kameranın, fotoğraf makinesinin objektifinden bakan gözlerim, bu defa öldürmek için bakacaktı. Cudi'nin 'Biji Serok Apo' diye haykıran sesini duyduğumda tetiğe basmış ve ilk askerin yere yıkılışını görmüştüm bile... 

Bu yolculuğa Kurdistan’ ın güzellikleri için koyulmuştum. Kameramla onun uçsuz bucaksız coğrafyasındaki güzellikleri toplayacaktım. En içten seslerin, en güzel gülüşlerin var olduğu bu ülkeyi taşıracaktım bütün herkese. Gerillanın yaşadığı bütün dağlara çıkacak, kokladığı bütün çiçekleri soluyacak ve uyduğu bütün kayalıklara sarılacaktım. Silahım en son kullanacağım eşyam olacaktı. Demek ki bıçak kemiğe dayanmıştı. 

Cudi ilk mevziiyi gösterip 'saldıralım' diye haykırdığında bir an bile tereddüt etmedim. Otomatik silahlarıyla aralıksız bir şekilde üzerimize mermi yağdıran ilk mevziiye yöneldiğimizde çektiğim filmler geldi aklıma. 'Tirêj' ile başlayan ve 'Beritan'a uzanan sinema günlerim bir çırpıda geçiverdi gözlerimin önünden. Şimdiye kadar çekimini yaptığım hiçbir sahneye benzemiyordu mevzilerin üzerine ölümüne koştuğumuz bu an...       

Cudi ilk mevziiye bombayı vurmuştu bile. Artık her şey bir film şeridi gibi akıyordu. Çemberi yarmak üzereydik ve bütün mevzilerden mermi yağıyordu üzerimize. Bir an için sağ kolumda bir boşalma hissettim. Önden mi, arkadan mı vurulduğumu bilemiyordum. Sıcak bir sıvının kolumdan aşağıya doğru aktığını fark ettiğimde Cudi'nin, sırt çantamı çıkarmam için bağırdığını duydum. Kameramı taşıdığım ve gözüm gibi koruduğum çantamı acı içinde ve hızla omuzlarımdan çıkardım. Aynı mermi hem kolumu hem de çantamı delip geçmişti. 

Ancak göz atabildim çantama ve can dostum kamerama. Ona bir vefa borcum vardı. Onun sayesinde Kürt özgürlük hareketiyle tanışmış, Avrupa'dan Ortadoğu’ya olan yolculuğum onunla başlamıştı. Dağlara birlikte adım atmış ve gerilla ile birlikte tanışmıştık. Onunla giriştiğim her çalışmayı başarmış ve elime aldığım hiçbir çalışmam yarım kalmamıştı. O beni ben yapan yegâne arkadaşımdı. Demek ayrılma vakti gelmişti. 

El bombası yanımıza düştüğünde sadece doldurduğum kasetleri boynuma sarmış ve ancak kendimi yan tarafa atabilmiştim. Patlama ve mermi vızıltıları arasında bir kez daha kameramın bulunduğu tarafa bakmadım.  

  Gösterdiği ve hemen karşımızdaki mevziiyi gösterdiği ve saldıralım diye haykırdığı sırada kolumda ve boynumda asılı duran hatıralar geçi verdi aklımdan. Yoldaşlar uğur getirsin diye takmışlardı yola çıkarken. Ancak kız çocuklarının kullandığı kolumdaki saat, ne olduğunu şu an bile tam olarak bilemediğim deri kayış, Beritan'ın mezarından aldığım şutk parçası, beş yüzyıl taşımak için söz verdiğim boynumdaki muska ve bütün bunları bana veren arkadaşlarımın yüzleri belirdi gözlerimin önünde.  

Bütün bu hatıralar gerçekten beni koruyacak mıydı yoksa bir hikâye olup geçecek miydi? 

Boynumdaki muskayı dişlerimin arasına sıkıştırıp, Cudi ile birlikte hemen önümüzdeki mevziiye yöneldiğimiz o esnada bunları düşünüyordum. Üzerimize sıkılan yüzlerce mermiden birisinin ona doğru koşan bedenimi delip geçmesini beklerken, bir anda asker cenazelerinin üzerinden geçtiğimi fark ettim. Göz açıp kapayıncaya kadar olmuştu her şey ve önümüzdeki mevzi de düşmüştü. 

Gözlerim hızla Cudi'yi aradı. Silah sesleri içinde var gücümle haykırdım. Cudiiiiii! cevap gelmedi. Yan mevziden üzerime açılan ateşe şarjör değiştirip hızla cevap verdiğim sırada hala haykırıyordum. Ama bir türlü Cudi'nin sesini duyamıyordum. 

Son anda Cudi'yi gördüm. Bir kayaya yaslanmış, göğsünü germiş, bütün sakinliği ile duruyordu. Artık ateş etmiyordu. Mermiler tek tek gelip kanlar içindeki göğsüne yerleşiyordu. Güzel yüzünde acıya ait tek bir ifade yoktu. 

Ona defalarca seslendim. Kalk Cudi... Kalk çıkalım buradan. Bak bu son mevzi... bak bu son çember... arkadaşlar hemen şuradalar... Cudi, kalk be kalk... yalvarıyorum kalk... beni yalnız bırakma bu çemberlerin içinde... kalk be Cudi, kalk...  

İsmini ne kadar haykırdım, bilemiyorum. O ateş altında ne kadar bekledim, onu da bilemiyorum ama zaman bir ömür gibi geçti ve Cudi oradan kalkmadı, kalkamadı. O eşsiz ıslak gözleri ile bana son defa baktı ve o bombardıman içinde sadece benim duyduğum şu sözleri söyledi... 

'Ben sana dememiş miydim? Ben vuracağım sen çıkacaksın...' 

O gece çatışmadan kurtulanları aramak için Pervari dağlarına indirme yapan helikopterlerin altında tek başıma yürürken esen soğuk rüzgarların çarptığı yaralı sağ kolum ve yaralı kalbim sızlıyordu. Karanlık içinde titreyen dudaklarımdan Cudi'nin sözleri ve kimsenin görmediği gözlerimden ise yaşlar dökülüyordu. O genç gerilla sözünü tutmuştu. Ya ben...

Halkının kahramanı ve ölümsüz savaşçısı şehit Cesur Gap yoldaşımızın şahsında tüm şehitlerimizin anısına olan saygımla...