“Buralarda ölmek bile bambaşkadır” demişti bizim enternasyonalist devrimci gerillamız Kadir Usta. O: “Çekip gitmek yok aslında, yüreğin çılgın akışı vardır, bazen dur durak bilmez götürür seni gitmek isteğin yere. İstesen de geri alamazsın kendini” derdi.
Biz yüreğimizin çılgın akışını dur durak demeden takip ederken ne ister bu egemen ve emperyal güçler diye hep kendimize sorarız. Neden bu kadar bizi hedeflerler, ne isterler bizden? Bizim gibi yumuşak huylu, nezaket dolu, insan sevdalısı, tüm inançlara saygılı, cinslere-özelde ezilene-hürmetli, büyüğe büyük diyen, küçüğe ise bağrını açan ve hiçbir çıkar gözetmeden gerektiğini insanın en değerli olan varlığını ortaya koyan kelle koltukta insanlara ne diye bu kadar saldırırlar? Tuhaf, bize öyle saldıranlar var ki ne isimlerini duymuşuz, ne onlara bir şeyler yapmışız, ne de yollarına barikat kurmuşuz.
Ben neden Kürdistan özgürlük savaşçılarını bu kadar hedeflediklerini bir türlü anlamaktan hep zorluk çektim. Biz özgürlük saflarına ve onun en sert mücadele sahası olan gerillaya gelmeden önce evimize gelip-giden, o miting, toplantı, gösteri derken yürüyüş ve eğitimlerde gördüğüm oldukça etkileyici insanların emperyalist ve sömürgeci güçlerce neden “öcü” gibi gösterildiklerini hep merak etmişimdir. Hâlbuki Avrupa’nın o namı diyar normlarına göre ilk kabul edecekleri kişilerin bu özgürlük savaşçıları olması gerektiği açıktı. Onlar kadın haklarına-Avrupalılardan daha ileri düzeyde-saygılıydılar, demokratik kültürü en çok onlar geliştirmek istiyorlardı, birde en büyük hoş görü sahibi yine onlardı. Ve size tuhaf gelebilir ama en makul eylem biçimlerini, uçlara kaydırmadan, sekter yaklaşımlardan uzak tutanlar yine onlardı. Bizim sert yanlarımızı kabul edilir ölçülere çekenler yine onlardı. Peki, neden bu özgürlük savaşçılarını o kadar aforoz etmeye çalışıyorlar diye kendime hep sordum?
Bu sorunun cevabını Başkan Apo’nun yanına geldiğimde biraz anlamıştım, ancak daha ileri düzeyde bu söylenenleri anlamam gerillaya gelişim ardından gelişti. Çünkü burada Başkan Apo’nun söylediklerinin cisimleştiğini görmüştüm.
Gerilla bir duruştur. Özgürlük duruşu; boyun eğmez, kötüyle uzlaşmaz, kellede gitse doğrulardan geri atmayan duruştur. Kadir Usta’nın deyimiyle “Herkesin sevgisini kazanmak istiyorsan, kendi doğanda kal, herkes seni aldığın gibi görsün, seni sevenler zaten böyle severler seni” misali gerilla içiyle dışı bir olan kişilik demektir. Bu duruş potansiyel olarak yalan dolanlı bir dünya da tehlike demektir.
Ancak tüm emperyalistlere, sömürgecilere, sınıflı toplum savunucularını, gericileri, eskiden ısrar edenleri tedirgin eden gerilla özelliklerini başka yerlerde aramak gerekir.
Gerillanın üç felsefik ilkesi vardır. Bunlar gerillayı gerilla yapan felsefik bakışlar ve onun akabinde onun duruşunu sağlayan ilkelerdir.
Bu sınıflı, baskıcı, sömürücü, kan emici dünya üç temel direk üzerinde kuruludur. Bunlardan ilki
İnsanın yaşamını tehdit ederek, geri adım attırarak teslim alma girişimdir. Buna gelmeyenleri tasfiye ederek gelecek kuşakları baskılarlar. İkincisi mal-mülktür. Yani maddiyata dayalı yaşamdır. Bununla neredeyse satın alamayacakları kimseyi bırakmazlar, velev ki onlara bir zamanlar karşı durmuş olan bu bireyleri mal mülkle ya teslim alırlar, vaatlerde bulunarak yanlarına çekerek kendi adamları yaparlar, ya da o bireylerin mal mülküne el koyarak, talan ederek hatta onlara yakın duran fertlerinde neyi varsa el koyarak tehdit ederler. Bunlara karşı koyan birey ya teslim olacak ya da vurulup gidecektir. Geri kalanları ise korkunç bir tecrübeyle terbiye edilmiş olacaklar. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi ise kadın-erkek ilişkileriyle teslim alamayacakları kimse yok gibidir. Erkekse kadınla, kadınsa erkekle vururlar. Evlilik kurumu diye bilinen köleleştirme kurumuyla adeta tüm insanlığı oldukça kalın ve kırılmaz zincirlerle kendilerine kırk göbekten bağlarlar. Öyle ki buna dayanacak adamlar ve kadınlar zor çıkar. Siz buna özenle geliştirilen cinsel güdünün hortlatmasını da eklerseniz adeta hasta hale getirmedikleri kimseyi bırakmayarak her gün yeniden yeniden köle haline getirirler insanları.
İşte verili-yani sınıflı, iktidarcı, sömürgeci, kan emici-dünya bu üç temel ilke temelinde kuruludur.
—insanı yaşamını tehdit ederek hizaya getirme
—mal mülke satın alarak kendine bağlama
—kadın erkek ilişkileriyle, cinsel güdüyü hortlatarak köleleştirerek kendi sistemlerinin birer çarkları haline getirme
Bu sınıflı ve iktidarcı dünyaya karşı gerillanın felsefik ilkeleri terstendir. Siz bu sınıflı dünyaya karşı mücadele edecekseniz biraz da çubuğu tersten bükeceksiniz. Yani bu egemen ve emperyalistlerin yaptıklarının tersini yapacaksınız.
İşte gerilla biraz bunu yapıyor. Belki bu dünya da ilktir de. Başka yerlerde bireyler bazında istisnai olarak bu yöntemi uygulayan bireylerin var oluşu olasıdır, ancak gerilla bunu yapısal olarak uyguluyor.
Nedir bunlar?
1-Siz bir gerillayı tehdit ederek hizaya getiremezsiniz, çünkü gerilla kelle koltukta yürüyen ve yaşayan bir direnişçidir. Onun yaşamına yönelerek onu esir alamazsınız. Onu bu yöntemle etkileyemezsiniz. Çünkü o yaşamını genelin çıkarı için zaten gözden çıkarmıştır.
2-Gerillanın malı mülkü yoktur. En çok nefret ettiği paradır. Gerillada en büyük ayıp paranızın olmasıdır. Burada yaşam komünaldır. Ortakçıdır. Senin benim yoktur, hepimizindir ilkesi esastır. Birde gerillanın tüm malı mülkü sırtında taşıdığı çantasıdır, onun da içerisinde bir defter, bir kalem, bir kitap ve hareket halindeysen bağlı bulunduğun birimin erzakı vardır. Başka da gerillanın bir şeyi yoktur. Sizin deyiminizle bir derviştir gerilla. Bir hırka bir lokma felsefesi dahi gerillanın mal mülk yaklaşımı yanında geri kalır. Peki, böyle birisine tüm dünyayı önüne serseniz bir sonuç alabilir misiniz?
3-Gerilla kadın-erkek ilişkilerinde verili olanları kabul etmiyor, verili olana yaklaşmıyor. O İslamiyet’te olduğu gibi Hz. Muhammed’in asabeleri üç ay dayanmadılar diye cihatta iken yeni vahiylerle üç ay’ı geçen seferlerde “bulunduğunuz yerlerde ki kadınlarla evlenebilir ve geri dönerken de boşaya bilirsinizi” yapmıyor gerilla. Değil üç ay, 30 yıla varan cihat içerisinde de olsa, ona ilk gündeki cihattın kuralları geçerlidir. Yani temiz kalacaksın, nefsini temiz tutacaksın. Alevilerin deyimiyle “eline, beline ve diline hakim olacaksın” felsefesi esastır. Özcesi sınıflı toplumun ilişkilerinde öcü gibi kaçıyor gerilla. Onlar “ülkelerine sözlü, topraklarına nişanlı ve düştüklerinde nikâhlanırlar” deyişi temelinde yaşarlar.
Ha denilecek ki bu üç temel gerilla ilkesi dışında yaşayan gerillalar yok mu? Var ama onlarda gerilla değildir. Onlar bir zamanların gerilloklarıdır. Ve gerillada kopuşların temel nedenleri bu üç ilkedir. Her babayiğit ya da anayiğit bu üç temel ilkeye dayanamaz. Bu üç ilkeye göre yaşamak yürek ister, beyin ister, cesaret ister ve tabii ki büyük fedakârlıklar ister. Başka da bu üç ilkeye göğüs germek mümkün değildir. Kürdistan özgürlük mücadelesinin en büyük zorlukları bu üç ilkelerdir. Yoksa “zorlandım, aç kaldım, üşüdüm, dayanamadım, korktum, aradıklarımı bulamadım, çeliştim” sözleri hikâyedir. Boş laflardır, kendini saklamanın ve sözde haklı çıkarmanın çabasıdır.
Şimdi gelelim ilk sorularımıza, neden gerillayı egemenler ve emperyalist güçler bu kadar hedeflerler? Neden gerilla adeta dünyanın en tehlikeli insanları olarak ele alınır ve tasfiyeleri için her şey yapılır?
Vereceğimiz cevap nettir. Gerilla onların teslim alacağı bir insan değildir. Düşünün, gerilla bu özeliklerini dünyaya yaysın, o zaman ne olur bilir misiniz? Sınıflı kapitalist uygarlığın dibine dinamit konulmuş olur. Sorun gerillaların eylemleri değildir. Silaha başvurmayan bir gerilla da olsa-eğer yukarıda söylediğimiz ilkeler temelinde yaşıyorsa-dünyanın neresine giderse gitsin o bir tehlikedir. Tehdittir. Sakıncadır. Dinamittir. Direnişçidir. Ve o yaşadıkça bu sistem tehlikededir. Çünkü böylesine bir gerilla her zaman bir alternatiftir, her zaman sistem karşıtlarına yanına çekerek bir karşı cephe oluşturabilecek bir seçenektir. Güzel ortamlarda, güzel insanlar boy verir misali burada sadece güzel insanlar yetişir ki bu da onlar için büyük bir tehlikedir.
İşte dünyanın öbür tarafından olupta bizim ne tanıdığımız, ne gördüğümüz, ne duyduğumuz bu sınıflı toplum güçlerinin bizi hedeflemelerinin altında yatan neden budur, ya da bunlardır. Dediğimiz gibi yoksa bizim gibi nezaketli, yumuşak, uslu, şirin sözlü, demokrat kültürlü, tüm inançlara saygılı, hoşgörülü ve kadın dostu insanlardan başka neden korkulsun ki?
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
12 Haziran günü saat 17.00 ile 19.00 arası Hakkari'nin Çukurca ilçesine Bağlı Talısa tepesi ve Kepe Mırişka alanlarına işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havanlarla bir bombardıman gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
BDP heyeti Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile altıncı görüşmesini geçen Cuma günü yaptı. Beşinci görüşmeden yaklaşık iki ay sonra yapılan bir görüşme oluyor bu. Görüşmede nelerin gündem olduğunu ve nasıl tartışıldığını fazla bilemiyoruz. Zira henüz ilk açıklamalar yapılmış durumda. Fakat iki ayda bir sefer görüşme yapılmış olması zaten başlı başına bir konu.
İki ayda bir sefer görüşme yapılarak bu süreç yürür mü? Önder Abdullah Öcalan ancak iki ayda bir görüşme yaparak, bir heyetle bir-iki saat tartışarak bu süreci yürütebilir mi? Bunun çok zor olacağını söylemek dahi olmayı gerektirmiyor. Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleştirilmesi gibi devasa sorunların böyle çözülemeyeceği açık. Kırk yıllık çatışmaya son verilerek barışa ulaşılamayacağı ortada.
Peki bundan kim sorumlu? AKP’nin sorumlu olduğunu söylemek için de alim olmak gerekmiyor. Çünkü İmralı’ya gidip gelmek, Kürt Halk Öderi ile görüşme yapmak AKP hükümetinin iznine bağlı. Tüm bunları Adalet Bakanlığının organize ettiği gözleniyor. BDP heyetinin ise tam iki hafta önce başvuruda bulunduğu biliniyor. Böyle kritik bir süreçte heyet ancak on beş gün sonra görüşme yapabiliyor.
Burada süreci yürütmede bir yavaşlatmanın olduğu ve bunu da AKP’nin yaptığı açık. Zira Kürt tarafının temposu zayıf değil, tersine en yüksek düzeyde. Şu yapılanlara bir bakalım. Daha ortada henüz somut bir şey yokken Newroz öncesi PKK elindeki esirleri serbest bıraktı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan Newroz günü hiç kimsenin beklemediği geri çekilme çağrısını yaptı. KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı 23 Martta ateşkes ilân etti. 25 Nisanda yaptığı basın toplantısında 8 Mayıstan itibaren gerillanın geri çekilmeyi başlatacağını duyurdu. 14 ve 15 Mayıs günlerinde de ilk gerilla grupları Medya Savunma Alanlarına geçti.
Aslında bu düzeye Haziran başında ulaşılması hedefleniyordu. Oluşturulan eylem planı bunu içeriyordu. Fakat PKK hızlı davranarak bu düzeye on beş gün önce ulaştı. Bu temelde de BDP heyeti İmralı’ya gitmeye hazır hale geldi ve başvurusunu yaptı. Ancak tüm bunlara rağmen 7 Haziranda görüşebildi. Bu da AKP hükümetinin süreci yavaşlatmakta olduğu, biraz ağırdan alarak oyalama yaptığı izlenimini doğurdu.
Peki AKP bunu niçin yapıyor? Elbette kendine göre bazı hesapları vardır. Sorunları çözmekten ziyade AKP’nin seçim kazanmayı esas aldığı ortadadır. Bunun için de sadece ateşkesin sürmesi AKP için yetmektedir. Belki de bu konuda gizli planları söz konusudur. Bir de gözle görülen bu ağır davranma durumunun Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti ardından gerçekleşmesi dikkat çekicidir. Bazıları ABD’nin bunu istediğini, sorunları çözmek yerine AKP’yi PKK’yi sınırlandırmaya yönlendirdiğini söylemektedir.
Kuşkusuz esas nedeni tam bilemeyiz. Belki de birçok neden vardır ve bunların hepsi de geçerlidir. AKP böyle bir plan dahilinde hareket ediyor ve bundan sonuç almayı hesaplıyor olabilir. Bir yönüyle bu durum mümkün de olabilir. Fakat bunun bir de tersi var. Demokratik çözüm sürecini yavaşlatmanın içerdiği risk ve tehlikeler söz konusu. Yine en çok da AKP açısından durum böyle. Çünkü bu yeni sürece karşı olan ve engel olmaya çalışan iç ve dış çok çeşitli kesim var.
Örneğin Taksim Gezi Parkı’nda başlayarak her tarafa yayılan olayların bu durumla kopmaz bağı söz konusu. Yıllardır AKP’nin tekçi zihniyetine ve tekçi-ötekileştirici yönetimine karşı çeşitli halk kesimlerinde yoğun bir tepkinin oluştuğu ortadaydı. Bu tepkiyi Kürtler mücadeleye dönüştürürken, diğer halk kesimleri yaşanan savaşın yarattığı ağır şovenizm ortamında içine atıyordu. Şimdi bu tepki sokağa dökülüyor ve bunun ne kadar kapsamlı olduğu açıkça görülüyor.
Peki AKP’nin tüm bu olanları önleme şansı yok muydu? Kuşkusuz vardı. Geliştirilen yeni çözüm süreci AKP açısından bu konuda çok önemli bir fırsattı. Eğer demokratikleşmeye ve Kürt sorununun çözümüne ciddi yaklaşsa ve geciktirmeden demokratik değişim adımlarını atsaydı, o zaman elbette ki bu tür olaylar olmayacak ve toplumsal tepki eyleme dönüşmeyecekti. Fakat AKP hükümeti bunu yapmadı, sürecin gerektirdiği ciddiyet ve hızla yaklaşmadı. Kürt tarafının hızlı ve cesur adımlarına karşın, AKP hep yavaşlatıcı ve içini boşaltıcı davrandı.
İşte bu bardağı taşıran son damla oluyor. AKP’de gerekli ciddiyeti ve demokratikleşme adımını göremeyen kitleler sokağa çıkıp inisiyatifi ele alıyor. AKP’nin tekçi, ötekileştirici ve oyalayıcı politikalarına tepki gösteriyor. Şimdiye kadar Kürdistan’daki savaş nedeniyle içe atılan halkın demokratikleşme öfkesi artık sokağa taşıyor. Türkiye toplumu artık acil demokratikleşme istiyor.
Gezi Parkı olayları bir işaret, bir kıvılcımdır. AKP çok iyi bilmeli ki, Kürt Halk Önderi’nin geliştirdiği plan doğrultusunda demokratikleşme adımlarını atmazsa, bu tür direniş olayları daha çok gelişir. Çünkü Türkiye toplumunun artık sabrı kalmamıştır. 12 Mart 1971’den beri süren faşist despotizme ‘Artık yeter’ diyor. Gençler, kadınlar, emekçiler demokrasi istiyor. Hem de hemen şimdi! Hem de gerçek demokrasi!
Kuşkusuz gelişen halk direnişleri süreç için bir tehlike veya engel değil. Tersine sürecin motorları konumunda. Fakat AKP iktidarı açısından da ciddi bir tehlike. Eğer AKP bu gerçeği görmezse hızla kaybedebilir. Zira sadece bu tür acil demokrasi isteyen olaylar değil, süreci engellemeye çalışan çok yönlü çabalar ve provokasyonlar da söz konusu. Dicle Üniversitesi provokasyonu bunlardan biriydi. Rojava’da yayılan çatışmalar bir diğeri oluyor.
Rojava Kürdistan’da yaşanan çatışmaları Suriye’nin iç durumundan daha çok bu yeni sürece bağlı olarak değerlendirmek anlam taşıyor. Örneğin Halep savaşı tamamen Önder Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği demokratik çözüm sürecini sabote etmek isteyenlerin işiydi. KDP baskılarının ve Afrin’de çete saldırılarının da bundan farkı yok. Bunların hepsi Kürt sorununda demokratik siyasi çözüm sürecine karşı olanların işi. Arkasında bazı bölgesel ve küresel güçler var. Rojava savaş alanı haline getirilerek mevcut ateşkes ve çözüm arayışları işlemez kılınmak isteniyor.
Demek ki rahat ve kolay bir süreç içinde değiliz. Paris Katliamından Rojava savaşına kadar sürece karşı geliştirilen birçok provokasyon söz konusu. Ayrıca toplumun acil demokrasi istemi durdurulamaz bir arzu durumunda. Toplumsal sabır taşma noktasında. Eğer AKP bunları görmez ve oyalama politikaları yürütürse yeni isyanlarla karşı karşıya gelebilir. Bunu bilmesinde yarar vardır. Oyalama ve yavaşlatma politikası AKP’yi süpüren bir isyana yol açabilir.
O halde herkes aklını başına toplamalı. Yeni çözüm sürecine doğru yaklaşmalı ve üzerine düşeni yapmalı. Yoksa halk yapmasını ve yaptırmasını bilir. Artık demokrasisiz yaşaması mümkün değildir. Bu temelde tüm özgürlük ve demokrasi savaşçılarını ve özgürlük direnişlerini selamlıyoruz!..
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Batman'a bağlı Sason ve Kozluk ilçeleri arası Helkit, Direnik ve Gomuka alanlarında işgalci TC ordusuna ait korucu ve kontralar gerillalarımızın geçiş güzergahına pusu atmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Kuzey Kürdistan’dan başlayan Demokratik Kurtuluş Yürüyüşümüze yeni bir gerilla grubumuz ulaşarak dahil olmuştur. Grubumuz Medya Savunma alanlarımıza ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
9 Hazirandan İtibaren Van’ın Gevaş ilçesinin Artos alanında işgalci TC ordusuna ait bir kontra birliği gerillalarımızın geçiş güzergahına pusu atmaktadır. Ayrıca bu kontra birliği arazi keşfi de yapmaktadırlar.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
8 Mayıs tarihinden itibaren başlayan Demokratik Kurtuluş yürüyüşümüz büyük bir sorumlulukla devam etmektedir. Bu temelde yeni bir gerilla grubumuz Medya Savunma Alanlarına ulaşmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Haziran günü Haftanine bağlı Şehit Kendal, Şehit Rênas ve Deriyê Dawetiya alanlarında işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatmak istenmiştir. Bu operasyona karşı bölge de bulunan Kürdistan halkı engel olmuştur.
- Ayrıntılar
Bu aralar gerilla çok tartışılıyor. Gerilla tartışılırken oldukça ters yerlere kayanları da görüyoruz. Yetersiz ele alanlarda az değil. Gerillalar olarak gerillayı biraz anlatmak bize düşüyor. Gelecek birkaç yazı da gerillayı ele alacağım.
Gerilla üzerine çok yazıldı çok çizildi. Gelecekte de bu böyle olacaktır. Çünkü gerilla taktiklerinin verildiği her yerde genelde ezilenlerin bir savunma aracı olarak devrede olagelmiştir. Yer yer ezenler de hiç şüphe yok ki bu ezilenlerin geliştirdiği direniş biçimini alarak ezilenlere karşı kullanmışlardır. Ancak genel olarak bu mücadele biçimi ezilenlerin direniş ve var olma biçimi olarak halen varlığını koruyor.
Gerilla kavramı üzerinden yola çıkarak Kürt Özgürlük Hareketi direnişçilerini sadece silahlı güçler olarak ele almak çok yanıltıcı sonuçlara götürür. Ve bu yanılgıyı sadece terörist devletin akıl verenleri yaşamamışlardır, aynı yanılgıyı özgürlük mücadelesi içerisinde yaşayanları da hep gördük. Özelde siyasal mücadelenin daha çok önde olduğu süreçlerde ve bu siyasal erki kendilerince elinde bulunduran gerilla ruhunda koparak geriye çark etmiş kimi birey ya da birey topluluklarında da aynı mantığı çoğu kez gördük.
Özgürlük mücadelesine katılan her birey özelde gerillaya katılır. Gerillaya katılmayı istemeyen ya da gerilla için dağa gelmeyene ender rastlanır. Yanlış katılımlar çok kısa sürede terk edilir. Çünkü dağların doruklarında biricik doğru yol gerillalaşmaktan geçer. Dediğimiz gibi özgürlük mücadelesine katılarak özgürlük dağlarına doğru yol alanlar hep biraz gerilla olmak isterler. Çünkü gerilla sıradan bir askeri çalışma değildir. Belki de Kürdistan gerillasına karşı sergilenen en büyük yanılgıda budur. Gerillanın sadece askeri bir güç olarak görülmesi çok dar ve sığ bir yaklaşımdır. Böyle yaklaşanlar her zaman feci yanılmışlardır.
Gerillaya katılan her birey-ister bilinçli ister bilinçsizce olsun-katılma gerekçeleri vardır. Katılan bireylerin ortak noktaları kapitalist sistem etkilerini her gün yaşayarak horlanmalarıdır. Sorun okumuş ya da okumamış olmanın çok uzağında bir gerçekliktir. Sorun fakir ya da zengin olmanın da ötesinde bir durumdur. Türk Kürt olmak, alevi suni olmada esas değildir. Dediğimiz gibi gerillaya gelen her bir bireyin geldiği ortama karşı bir duruşu vardır. Çok bilinçlice tercih edenden bilinçlice olmadan dağları tercih edene kadar bir geniş yelpaze elbette vardır. Ancak ortak nokta her gelenin bir kimlik kazanma istemidir. Sınıflı toplum bireyleri hiçleştiriyor. Bireylere karşı saygıyı öldürüyor. Sevginin genelleşmesini engelliyor. Her şeyden daha önemlisi ise gelen her bireyin derin ruhsal dünyasında sisteme karşı müthiş bir öfke uyandırıyor. Var olan sistem mutlaka bir şekilde bireylere hakarette bulunmuştur, bireyleri küçültmüştür, bireylerin kendilerini olmasını engellemiştir. Birde belki de daha da önem kazanan bir husus, insanın derinliklerine nüfus etmiş insani özeliklerinin yaşam bulmaması durumunda bu özelikleri pratikleştirmek istenen mekânlara kayılması şaşılacak bir durum olmamalıdır herhalde. İşte bu arayışı olanlar ilk elden alternatif yerlere gözlerini dikeler. Her insanda mutlaka bir arayış vardır, lakin sistem çoğu kez birçok gencin arayışını başka yerlere kanalize ederek içini boşaltabiliyor. İçi boşaltılmamışları dağların doruklarına ulaştırdığınızda yada böyle olanlar kendilerini dağlara attıklarında orada çok şey değişi veriyor. Bir benlik süreci derinden başlıyor.
İşte gerillaya katılımlar biraz da kendi benliğini arama temelinde olmaktadır. Kendi benliğini genelin benliğiyle birleştirmek ve buluşturmak başlıca bir amaç ve ulaşılmak istenen hedeftir. Bu ise çok az askeri çalışmayla ilintili bir gerçekliktir. Denilecek ki madem öyledir neden gerilla silahlı bir güçtür? Bende size bunun sadece bir görüntü olduğunu söyleyeceğim. Gerillanın ağırlıklı zamanı silahla geçmemektedir. Gerillanın ağırlıklı zamanı kendini yapmayla geçmektedir. İnsanın kendisi olabilmesi için müthiş kendisine yüklenmesi gerekiyor. Öyle sanıldığı gibi dağa çıktın mı hemen gerilla olunmuyor. Gerillaya gelmek sadece ve sadece lele meselesidir. Bunun çok uzun bir lolosu vardır. Lolosunun ağırlıklı bölümü eğitimdir. Kişilik oluşturmadır. Zayıf düşmüş, yenilmiş, dumura uğratılmış, kirletilmiş, bitirilmiş, sistemin çarkları arasında ezilmiş, kendine güvensiz, kendini beğenmiş, gerçeklerden uzak, yapay, hayali bir kişiliği aşarak kendisine güvenerek kendi karakter hatlarını oluşturmaktır. Kendi ayakları üzerinde yürüyen, herkese kafa tutabilecek, özgüven dolu, korkulardan uzak, hatta kendi kaderini eline alacak bir coşku seliyle haykıran bir kişilik yaratımıdır.
İşte gerillanın temel çalışması budur. Bu ise tümden ideolojik bir çalışmadır. Bu tümden felsefik bir çalışmadır. Bu tümden politik bir çalışmadır. Tümden sosyal bir çalışmadır ve tabiatı gereği bir kültür çalışmasıdır. Sonuç itibariyle kişilik oluşturma işidir. Ha denilecek ki askerlik nereden kaldı? Evet, askeri çalışmayla ki biz buna gerilla çalışması diyelim birey bu yukarıda sıralananları gerçekleştirmek için kendisini savunuyor. Bu bağlamda kendini savunan mekanizma olmazsa bir günde yok edilmek için her şey yapılmak istenir. Unutmayalım ilk günden beri gerillaya katılanların kandırıldıkları söyleniyor. Yani demek isteniyor ki siz bu gençleri elimizde alarak sömürme imkânı bırakmadınız. Ve bize geri verin ki bunları koyunlar gibi sağalım deniliyor. Yine unutmayalım Başkan Apo’ya en büyük suçlama gençlerin beyinlerini yıkaması olarak dile getiriliyor.
Evet, başkan Apo gençlerin beyinlerini yıkamıştır. Ve sadece beyinlerini değil, yüreklerini de, vicdanlarını da ve bir gencin neyi varsa her şeyini yıkamıştır. O kadar kirden kurtulmak isteniyorsa önce yıkanmak gerekir. İşte en büyük yıkamaya başkan Apo ideolojik doğrularla yaptı. Dağa çıkan her genci bir silahlı güç yapmadan önce ideolojik kimlik sahibi yapmaya çalıştı. Ve bunu yapamadığı yerlerde her zaman örgüte, halka, insanlığa zarar veren tipler çıkmıştır. İşte Şemdin Sakık, Şahin Baliç, Kör Cemal, Hogir ve tabii ki birkaç yıl önce Kürt halkına zarar veren ihanetçi işbirlikçi çete ekibi.
Özcesi gerilla bir ideolojik kimlik bildirimidir. Bir kendi olma mücadelesidir. Dik durarak insan olma onurunu taşıma kimliğidir. Ve böylesi bir güce ikiden bir gelin teslim olun çağrılarını yapmak Karayılan yoldaşın dediği gibi havaya, boşa sıkılmış kurşunlardan öteye bir anlam ifade etmez.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Gezi Parkı Direnişi’ni öncelikli olarak selamlıyor ve bu direniş içerisinde bedenlerini gelecek yarınlara feda edenlerin anıları önünde saygılıyla eğiliyoruz.
Gezi Parkı Direnişi tek kelimeyle dönemin bizden istediği toplumsal sorunlara karşı gösterilmesi gereken refleksin gösterilmiş olmasıdır. Çok kez devrimci duruşlardan söz edilir. Tek kelimeyle ifade edecek olursak, Gezi Parkında sergilenen direniş tamda istenen devrimci duruştur.
Devletler, kuruluşları gereği anti demokratik ve anti toplumcudurlar. Söylendiği gibi yurttaşların haklarını gözetmek için kurulmuş olan yapılar değildirler. Tam tersine devlet yurttaşların haklarını çalınmasıdır, birilerinin çıkarlarını da korunmasıdır. Toplumun yüzde 90’nının haklarını gasp ederken, geri kalan yüzde onluk kesime ise bunları peşkeş çekmektir.
Devlet zor bir aygıttır. Hırsızdır. Gaspçıdır. Sadece vergiler adına yapılan vurgunlara bakmamız bile yeterlidir. Özelde de kapitalizm çağındaki devlet kesinlikle böyledir. Başkan Apo’nun belirttiği gibi:
“Kapitalizm çağının kendisini toplumsal kriz olarak nitelemeyi uygun bulduk. Kapitalizmin en ekonomik uygarlık denilen ama ekonomi olmayan, kendini dıştan ekonomiye dayatan bir güç tekeli olarak meşru görülemeyeceğini temel tez olarak vurguladık. Toplum gibi çok kapsamlı bir topluluklar bütünü olan bir olgu üzerinde kapitalizm gibi en bencil, çıkarcı ve en çok savaşa başvuran bir gücün tahakküm kurması tarihte ‘olağanüstü’ bir durumu, yani ancak kriz halini ifade edebilir. Finans çağı bu gerçeğin bütün yönlerden toplumun her parçasında kendini yüzeye vurmasıdır. Sistemin sürekli terör üretmesi, toplumun büyük kısmını işsiz bırakması, işçiliğin bile bir nevi işsizlik durumuna indirgenmesi, kitle ve sürü toplumuna yol açılması, sanat, seks ve sporun endüstrileştirilmesi, iktidarın toplumun kılcal damarlarına kadar sızdırılması sistemin tükendiğinin göstergeleridir.”
İktidar ise devletten daha köklü ve yaygın olan bir gerçekliktir. Öyle ki iktidar karakteri gereği tüm toplumsal gözeneklere sızmadan edemez. Çünkü kesintisiz olmak zorundadır. İktidar bir yerlerde sekteye uğradı mı tümden adım adım ortada kalkışı söz konusu olabilir. Bunun için her yere girerek fethetmesi gerekir. Bir nevi toplumun tüm gözeneklerine sızarak tecavüz eden kültürdür.
Başkan Apo’nun şu tanımı çok çarpıcıdır: “Devlet tek kelimeyle oluşum itibariyle tabi bir terör yapılanmasıdır. Devleti elinde bulunduran iktidar ise daha vahim bir durumu yaşamaktadır. Doğası gereği iktidar baskısız yaşayamaz.”
Boşuna anarşistlerin önderlerinden Bakunin: “En demokrat adamın başına iktidar tacını geçirin, yirmi dört saat içinde en alçak bir diktatör olacak veya ahlâkı bozulacaktır” dememiştir.
Bunun için bizler AKP iktidarının yaptıklarını da anlamaktan zorlanmıyoruz. Ya da AKP’nin başındaki kişiliklerin komplekslerini anlamıyor değiliz. İktidar insanı en kötü diktatörden daha alçak yapar. Yeter ki iktidarının önünde engel görmezsin ve yeter ki atını koşturtmasının yolunu bulsun.
Sonuç itibariyle iktidar bir tecavüz kültürüdür. İlk günden beri de böyledir. Çünkü oluşum mayası birilerinin yetkilerini gasp ederek başlamıştır. Birilerini güç kullanarak kendine bağlamıştır. Birilerini güç kullanarak kendi mülkü etmiştir. Özel mülk dedikleri bir başkasına tecavüz ederek el konulan değerlerin kendi eline geçirilmiş çalınmış mallar değil midir? Bunların tümünü tarihi belgelerde okuyabiliriz, öğrenebiliriz.
“İktidar kendisinin olmadığı halde sürekli bir şeyleri güçle ele geçirme, kendine ait sayma, asimile etme, mülkleştirme, yurtlaştırma, aksi durumlarda yine zorla kendisinden atma, sürgün etme, yurtsuzlaştırma, işsizleştirme, mülksüzleştirme, genel olarak maddi ve manevi açıdan değersizleştirme eylemi ve sanatıdır. Bunu sadece ekonomik artık-ürün ve değere el koyma eylemiyle sınırlandırmak çok dar bir yaklaşım olur. Bu konuda ele geçirme asıldır. Fakat buna giden yolda binlerce başka değer de iktidar güçlerince ele geçirilir ki, toplamına iktidar demek daha gerçekçidir.”
Bunun için diyoruz ki AKP’nin liderlerinin ya da her hangi bir AKP’li yetkilinin konuşurken bile insana tecavüz eden sözlerini anlarız. Ancak anlamadığımız tecavüze karşı gösterilmesi gerekli olan refleksin gösterilmemesidir.
Halbuki insan doğası en küçük baskılamaya karşı bile sessiz kalamaz. Dikkat edilirse hoşumuza gitmeyen bir hareket bizi nasıl bir refleks göstermeye iter. Yer yer içimizde nasıl sunturlu küfürler savururuz.
Evet, insan doğası asla ama asla baskıya açık olan bir doğa değildir. İnsan doğası kesinlikle isyana açık olan bir yapıdadır. Öyle ki bir baskılamayı hissettiği anda depreşir. Öyle ki çoğu zaman o depreşmeyi kontrol edemez. Edemez çünkü içine işlemiştir.
Ne var ki Türkiye’de depreşmeler çok olsa da dışa vurma yoktur. Ya da dışa vurmalar kendi bedenimiz dışına taşmaz. En fazla evimizde ya da mahallemizde birkaç söz söyleriz. Ötesi gelmez. Bu bağlamda GEZİ PARKI DİRENİŞİ anlamlıdır. Ve Türkiye toplumunda bir şeylerin değişmeye başladığına işarettir.
Sorun birilerine karşı durup durmamak değildir. Sorun insan olarak sahamıza girildiğinde göstereceğimiz doğal ve örgütlü olan reflekstir. Kimilerine göre 12 ağacın kesimine karşı başlayan sivil bir protestoydu. Olsun. O ağaçların bize ait, topluma ait, doğaya ait olduğunu düşünür ve kesilmesini kendimizden bir şeylerin eksilmesi olarak ele alıyorsak o zaman protestomuz sadece haklı değil, bin kere de olsa meşrudur. Meşru olanı ise kendi doğamızda hissederek sahiplenmemiz kadar insani bir şey olabilir mi?
GEZİ PARKI DİRENİŞİ halbuki günlük olarak her yerde sergilenmesi gerekli olan bir direniştir. Aksi taktirde günlük olarak bizlere, haklarımıza, geleceğimize tecavüz eden devlet ve onun iktidar gücü olan hükümetlerin bu tecavüz kültürünü nasıl sınırlandıracağız?
Doğası gereği iktidarların despot olduklarını söyledik. Peki, kimler bu despotları ya da diktatörleri frenleyecek? Elbette ki bizler, sokaktakiler, analar, kadınlar, gençler, komüncüler, babalar, ihtiyarlar, neneler, sanatçılar, doğaseverler derken insanım diyen herkes. Her hangi bir durumda rahatsız olan herkes.
Özcesi tecavüz kültürünü durdurmak bu tecavüzü bedeninde hisseden herkesin görevidir. Yeniden GEZİ PARKI DİRENİŞİ’Nİ Kürdistan gerillaları olarak selamlıyoruz ve her zaman her baskı ve haksızlık yaşandığında her yerin GEZİ PARKI DİRENİŞİ kimi olması dileğimizle.
Kasım Engin
- Ayrıntılar